Hayat bir yarış değil. Bunu yazarken bile kulağımda modern dünyanın fısıltıları yükseliyor: “Daha hızlı olmalısın. Daha çok üretmelisin. Daha erken kalkmalı, daha geç yatmalı, daha çok kazanmalısın...”
Ve sen, yorgun adımlarının gölgesinde nefes nefese kalmışken, kimse sana durabileceğini söylemiyor.
Ama ben söyleyeceğim: Koşmak zorunda değilsin.
Düşersen kalkmak zorunda da değilsin hemen.
Düştüysen bir süre çayır çimenin tadını çıkar…
Toprağın serinliğini hisset dizlerinde, rüzgârın saçlarını karıştırmasına izin ver. Gökyüzü düşene daha yakın olur, unutma.
Sana sürekli yarışmanı söylüyorlar.
Birilerini geçmeni, birinciliği hedeflemeni, ipi ilk senin göğüslemeni bekliyorlar.
Hayatını bir podyum, başarıyı bir kupa olarak görüyorlar.
Ama sen çocukken annenin söylediklerini hatırla:
“Koşma düşersin.”
Bu, yalnızca fiziksel bir uyarı değildi.
Bu, ruhun da düşebilir, kalbin de yorulabilir, demekti.
Her gün yeni bir maratona kalkıyoruz:
Zamanla yarış, başarıyla yarış, başkalarının hayatlarıyla yarış…
Ama hiç kimse çıkıp da “Yavaşla.” demiyor.
Oysa bazı günler durmak gerekir.
Durmak, sadece dinlenmek değil, yönünü tekrar görmek içindir.
Durmak, ruhuna bir bardak su vermek, içindeki çocuğu hatırlamaktır.
Düşersen, hemen kalkmak zorunda değilsin.
Biraz yerde kal.
Gökyüzünü seyret.
Kelebekleri say.
Gülümsemeyi öğren yeniden.
Bırak dünya seni beklesin.
Sen kendi ritmini bul.
Ve unutma:
Hayat, düşmeden tadı çıkmayan, kalkmadan değer bilinmeyen bir yolculuktur.
Ama her şeyden önce, senin hızına değil, huzuruna göre yaşanmalıdır.
Hazırsan yürümeye devam et…
Ama bu sefer kimseye yetişmek için değil, kendine varmak için yürü.
Elbette, Hayati. Yazının lirik ve derin havasını koruyarak devam ediyorum:
Koşma Düşersin
Sana sürekli koş diyorlar çünkü durduğunda fark edeceklerinden korkuyorlar.
Durduğunda neyi sevmediğini anlayacaksın.
Durduğunda hangi hayatın senin olmadığını göreceksin.
Durduğunda içindeki çocuğun hâlâ susturulmadan konuştuğunu duyacaksın.
Oysa sen sustukça seni alkışlıyorlar.
Yarıştıkça sana madalya veriyorlar.
Ama o madalyaların içi boş, tıpkı kazandığın sandığın bazı günler gibi.
Bir sabah kalktığında hiçbir yere yetişmek zorunda olmadığını fark ettiğinde
içinde bir tomurcuğun sessizce açıldığını hissedeceksin.
Kimsenin alkışına, takdirine, onayına ihtiyaç duymadan…
Sadece var olduğun için değerli olduğunu.
Sana “daha çok koş, daha çok yap” diyenlerin çoğu
kendilerinin bile nereye koştuğunu bilmiyor.
Ve bazen insan yalnızca durduğunda
başkalarının değil, kendi sesini duyabiliyor.
Şimdi kendine sor:
Ben bu hayatı yaşarken neyin peşindeyim?
Kimin gözüyle başarıyı görüyorum?
Neyin hayalini kuruyorum; gerçekten benim olanın mı, yoksa bana öğretilenin mi?
Ve bir gün geldiğinde,
dünyanın çığlığına inat
bir ağacın gölgesine oturup sessizce gözlerini kapadığında,
o an işte gerçek başlangıçtır.
Çünkü her düşüş, toprağa daha yakın olma şansıdır.
Ve bazen en güzel çiçekler, en derin düşüşlerden sonra açar.
Son Söz:
Annenin o basit, ama evrensel uyarısı gibi:
“Koşma düşersin.”
Belki de artık zaman, düşmekten korkmamayı ve
koşmadan da yol alınabileceğini öğrenme zamanıdır.
Hayat bir maraton değil, bir şiirdir.
Ve her şiir, nefes alarak okunur.
Yorum Gönder