Yazıya Dökülmemiş Masallar

Yazıya Dökülmemiş Masallar

Bir köyün kenarında, sessizliğin gürültüyle yarıştığı bir ev vardı. Bahçesinde unutulmuş bir saz, duvara yaslanmış hâlde beklerdi. Telleri paslanmış, gövdesi tozlanmış ama hâlâ içinde yankılanmayı bekleyen türküler saklıydı.

Evin içinde yaşayan adamın yüreği de işte o saza benzerdi. İçinde yüzlerce masal, binlerce türkü vardı ama hiçbirini dile getiremiyordu. Geceleri yıldızlara bakarken, aklında beliren hikâyeleri kimselere anlatmaz; kalbinin derinliklerinde saklardı.

Bir gün köye küçük bir kız çocuğu geldi. Çantasından defterler çıkarıp taşların üzerine oturdu. Saatlerce yazdı, yazdı, yazdı… Adam uzaktan izlerken merak etti:

— “Ne yazıyorsun küçük kız?” diye sordu.
— “Rüzgârın bana fısıldadıklarını” dedi kız. “Her rüzgâr bir masal getiriyor, ben de unutulmasın diye yazıya döküyorum.”

Adamın içi titredi. Çünkü o da yıllardır rüzgârın anlattıklarını duyuyor ama hiç kâğıda aktaramıyordu. Dudaklarından şu söz döküldü:

— “Benim içimde de masallar var, ama kalem tutmayı unuttum. Saza vurulmamış türküler gibi bekliyorlar.”

Küçük kız gülümsedi. Defterini adamın önüne koydu.
— “O zaman söyle, ben yazayım.”

Ve o gece köyün en sessiz evinden bir ses yükseldi. Adam anlattı, kız yazdı. Telleri paslı saz bile, duvarda titreyerek eşlik etti onlara. Çünkü yıllar sonra ilk defa masallar yazıya dökülüyor, türküler dile geliyordu.

O andan sonra adam şunu anladı:
Her kalpte bir saz vardır. Kimi susar, kimi söyler. Ama gerçek olan şu ki, yazıya dökülmemiş masallar, er geç bir kulak, bir kalem bulur.

Adam ile küçük kız, geceler boyunca yan yana oturdular. Adam anlattı; eski zamanlarda gökyüzüne yürüyen çobanlardan, denizlere sevdalı kuşlardan, taşların kalbini duyabilen dervişlerden söz etti. Kız da bütün bu hikâyeleri defterine işledi.

Her masal, köyün sessiz gecelerine yeni bir nefes getiriyordu. Sanki rüzgâr, dağların ardından onların sesini taşıyor, yıldızlar kulak kabartıyordu.

Bir gün, kız kalemi bıraktı ve adamın gözlerinin içine baktı:
— “Biliyor musun?” dedi. “Her masal aslında bir türküye dönüşmek ister. Ama senin türkülerinin telleri paslı kalmış.”

Adam irkildi. İçinde yıllardır susturduğu saz, duvarda sessizce bekliyordu. Kız, sazı eline aldı, tellerine dokundu. Paslı teller çatırdayarak ses verdi ama yine de bir ahenk gizliyordu.
— “Hadi, sen söyle. Ben sana eşlik ederim.”

Adam önce korktu. Sesinin kırılacağından, yıllardır içine gömdüğü sözlerin boğazında düğümleneceğinden endişeliydi. Ama kızın gözlerinde gördüğü ışık ona cesaret verdi.

Ve ilk türkü döküldü dudaklarından:
Kederden yoğrulmuş, özlemle pişmiş, umutla kabaran bir türkü…

Kız, gözyaşlarını saklamadı. Çünkü o anda anladı:
Yazıya dökülmemiş masallar, sazın tellerinde yeniden doğar. Ve söylenmeyen türküler, insanın kalbinde taş gibi ağırlaşır.

O günden sonra köyde yeni bir gelenek başladı. Her akşam evin kapısı ardına kadar açık bırakılır, köyün çocukları ve büyükleri o eve toplanırdı. Adam masal anlatır, kız yazıya döker, sonra saz dile gelir, türküler söylenirdi.

Böylece bir zamanlar unutulmuş olan o ev, köyün kalbi hâline geldi. Masallar yazıya, türküler sese, sessizlik ise umuda dönüşmüştü.

Ve köy halkı şunu öğrendi:
Susmak, bazen masalı öldürür. Söylemekse hem masalı hem de insanı ebedî kılar.

Adam artık konuşuyordu, saz artık çalıyordu, kız da yazıyordu. Köyün geceleri ateş böcekleriyle süslü bir şölen gibiydi. Ama adamın yüreğinde hâlâ bir sır vardı.

Bir gece, herkes dağıldığında kız defterini kapattı ve adamın önüne oturdu:
— “Senin anlattıkların masal değil, hatıra gibi. Sanki yaşadın hepsini…”

Adam uzun uzun sustu. Sazın telleri hafifçe titredi, rüzgâr kapıdan içeri girdi. Sonunda, derin bir nefes alarak konuştu:
— “Doğru söylüyorsun. Ben bir zamanlar bu köyden gitmiş bir delikanlıydım. Yollar açıldı önüme, şehirler, limanlar, diyarlar… Ama her adımda bir türkü söylemek istedim, her köşede bir masal yazmak. Yine de sustum. Çünkü kimse dinlemez sandım. Kendi sesimden korktum. Ve sonunda masallarım, türkülerim içimde kilitlendi.”

Kız gözlerini kısarak baktı.
— “Peki neden geri döndün?”

Adamın gözleri doldu.
— “Beni geri çağıran bir ses vardı. İçimde kaybolmuş çocuğumun sesi… Yıllar sonra buraya dönünce, onu senin gözlerinde buldum.”

Kız bir an sessiz kaldı. Sonra fısıldar gibi söyledi:
— “Belki de ben, senin çocukluğunum. Belki de ben, yıllardır sakladığın masalların surete bürünmüş hâliyim. O yüzden yazıya dökebiliyorum; çünkü senin kalbinden doğuyorum.”

Adam ürperdi. Rüzgâr ansızın kapıyı çarptı, sazın telleri kendi kendine inledi. Gecenin karanlığında adam, küçük kızın yüzüne baktığında artık emin olamıyordu: Gerçek bir çocuk muydu, yoksa masalların içinden çıkmış bir ruh muydu?

Ama şunu biliyordu:
Her insanın içinde susmuş bir çocuk vardır. Ve o çocuk, bir gün mutlaka konuşmak için bir yol bulur.

O günden sonra defter dolup taşarken, köyde anlatılan her hikâye sadece bir masal değil, aynı zamanda adamın kalbinden kopup gelen bir itiraftı.

Ve köy halkı, türkülerin arasında fısıldayan bu sırrı bilmeden, sadece şunu söyledi:
— “Bu evde masallar yazıya dökülüyor, türküler sese dönüşüyor. Biz de kendimizi buluyoruz.”

Yıllar geçtikçe kızın defteri kalınlaştı. Masallar çoğaldı, türküler çoştu. Köyün çocukları büyüdü, büyükler yaşlandı; ama o evin ışığı hiç sönmedi.

Bir gün kız, defteri masanın üzerine bıraktı. Adamın gözlerinin içine bakarak şöyle dedi:
— “Benim yolum buradan başka diyarlara varıyor. Masalların yazıya döküldü, türküler dile geldi. Artık bana gerek yok.”

Adamın yüreği burkuldu.
— “Ya ben sensiz susarsam?” dedi.

Kız gülümsedi.
— “Artık susmazsın. Çünkü ben senin içindeyim. Ben senin çocukluğun, kaybolmuş sesin, susturduğun kalbinim. Seninle birlikte doğdum, seninle birlikte yaşayacağım. Masallarını artık kendin yazacaksın, türkülerini kendin söyleyeceksin.”

Adam gözlerini kapadı, yeniden açtığında kız yoktu. Sanki hiç var olmamış gibi, rüzgârın içinde kaybolmuştu. Ama masanın üzerinde duran defter doluydu: yüzlerce masal, binlerce türküyle…

O günden sonra adam sazını aldı, köy köy dolaşmaya başladı. Gittiği her yerde kendi masallarını anlattı, kendi türkülerini söyledi. İnsanlar onu dinledi, yüreklerine işledi.

Ve zamanla adı bir efsaneye dönüştü:
“İçinde yazıya dökülmemiş masalları, saza vurulmamış türküleri olan adam…”

Onun hikâyesi kulaktan kulağa yayıldı. Her yerde şunu söylediler:
— “Masalını saklama, türkünü susturma. Çünkü söylemediğin her söz, bir gün sana çocuk suretinde geri döner.”

Böylece adamın masalı da türküsü de ölümsüzleşti.

Son söz:
Bu hikâye aslında insanın kendi iç sesiyle yüzleşmesinin masalı oldu. İçimizde sakladığımız her şey, er ya da geç ya bir defterde, ya bir sazda, ya da başka bir insanda yankısını bulur.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski