Simülasyon Teorisine Karşı: İlahi Yasaların Gerçekliği

Simülasyon Teorisine Karşı: İlahi Yasaların Gerçekliği

İnsanlık tarihi boyunca en büyük sorulardan biri, “Gerçek nedir?” olmuştur. Modern çağın teknolojik gözleriyle baktığımızda bu soru yeniden doğdu: Belki de yaşadığımız evren, gelişmiş bir uygarlığın kurduğu bir simülasyondur. Bu düşünce, bilim ve felsefenin kesiştiği yerde büyüleyici bir ihtimal gibi görünür. Fakat her ne kadar cazip olsa da, Allah’ın kainata koyduğu değişmez kanunlar bu iddianın önünde dimdik durur — ve hakikatin sahici yüzünü bize hatırlatır.


Simülasyon Fikrinin Cazibesi

Simülasyon teorisinin temelinde şu düşünce vardır: Eğer bir uygarlık yeterince gelişmişse, gerçeklikten ayırt edilemeyecek sanal dünyalar yaratabilir. Filozof Nick Bostrom’un ortaya attığı bu fikir, “biz de böyle bir dünyada yaşıyor olabiliriz” der. Kuantum fiziğinin bazı gizemleri, dijital yapılarla benzerlikler taşıyan doğa yasaları bu inancı güçlendirmiştir.
Ne var ki, varlığın kökenini teknolojik bir yanılsamaya indirgemek, insanın metafizik gerçeğini unutturur. Çünkü teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, yaratılışın kaynağını taklit edemez, sadece biçimini kopyalayabilir.


İlahi Kanunların Kusursuz Dengesi

Kur’an’da defalarca geçen bir ifade vardır:

“Allah’ın sünnetinde (kanunlarında) asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fâtır 43)

Bu ayet, evrendeki düzenin, rastlantısal ya da programlanmış bir sanal senaryo değil, mutlak iradenin eseri olduğunu anlatır.
Güneşin doğuşundaki süreklilik, suyun her çağda aynı bileşimle var oluşu, DNA’nın matematiksel inceliği — bunlar bir yazılımın kodları değil, ilahi hikmetin matematiğidir.

Eğer evren bir simülasyon olsaydı, yasalar değişebilirdi; tıpkı bir oyunun kurallarını değiştiren programcı gibi. Oysa doğada mutlak sabitlik hüküm sürer. Bir tohumun toprağa düşüp filizlenmesi, milyarlarca yıldır aynı ilahi düzenle işler. Bu, insan aklının ötesinde bir istikrarın işaretidir.


Bilincin Kaynağı: Ruhun Gerçekliği

Simülasyon teorisinin en büyük açmazı, bilinci açıklayamamasıdır.
Eğer bizler birer yazılımsa, ruhun varlığı nasıl izah edilir? Sevgi, merhamet, vicdan, dua — bunların hiçbirini algoritmalarla ölçmek mümkün değildir.
Çünkü ruh, maddeye değil emre dayanır.

“Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.” (İsrâ 85)

Bu ayet, bilincin kökenini biyolojik ya da dijital süreçlerden ayırır. Ruh, Allah’ın insana üflediği ilahi nefesin tezahürüdür. Bir simülasyonun parçası olsaydık, dua eden kalbimizden yankılanan huzuru hissedemezdik.


Simülasyon Değil, İmtihan Sahnesi

Bu dünya bir simülasyon değil; imtihanın sahnesidir.
İnsana verilen akıl, irade ve ruh, yaratılışın en büyük göstergesidir.
Her bir zorluk, her bir sevinç, bu sahnede anlam bulur.
Eğer her şey önceden yazılmış bir dijital oyun olsaydı, insanın sorumluluğu ortadan kalkardı. Oysa Allah Kur’an’da buyurur:

“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm 39)

Bu ilke, özgür iradenin, dolayısıyla gerçekliğin temelidir.


Sonuç: Gerçekliğin Özü İlahi Düzendedir

Simülasyon teorisi, insana Tanrı’yı unutturacak kadar zeki bir fikirdir ama kutsal yasaların kudreti karşısında sönük kalır.
Kainatın düzeni, bir yazılımcının değil, yaratıcının eseridir.
Her atılan adımda, her doğan çocukta, her düşen yaprakta o düzenin izleri vardır.

Gerçeklik, sanal bir kodun içinde değil, Allah’ın “Ol” emrinde saklıdır.
Ve o emir bir kez verildiğinde, evren — simülasyon değil — hakikatin kendisi olur.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski