Dünya terörün karanlık gölgesinde savrulurken, tarihsel ve jeopolitik bağlamda Türkiye’nin rolü üzerine yapılan değerlendirmeler, sadece bölgesel değil küresel güvenlik dinamiklerini yeniden tartışmaya açıyor. Emekli İstihbarat Albay ve terör uzmanı Coşkun Başbuğ’un ifadeleri, bu tartışmanın merkezine Türkiye’nin terörle mücadelesini yerleştiriyor: “DEAŞ ile bugün mücadele varsa bunu yapan tek ülke Türkiye’dir.” Bu iddia, hem diplomatik söylemleri hem de sahadaki gerçeği anlamaya çalışan herkes için güçlü bir refleksiyon noktası oluşturuyor.
Türkiye’nin Stratejik Konumu ve DEAŞ’a Karşı Tutumu
Türkiye, coğrafi olarak terörün hem kaynağı hem de sonuçlarından doğrudan etkilenen bir ülke. 2013’ten bu yana DEAŞ tehdidi, sadece Suriye ve Irak’taki çatışma sahasında değil, aynı zamanda Türkiye’nin sınır şehirlerinde de varlık gösterdi. İç güvenlik tehditleri, canlı bomba saldırıları ve istihbarat kaynaklı operasyonlar, ülkeyi derinlemesine etkiledi. Bu süreçte düzenlenen operasyonlar ve istihbarat çalışmaları ülke genelinde önemli ölçüde DEAŞ hücresini imha etti. Bu durum, Türkiye’yi DEAŞ tehdidine karşı sahada aktif bir aktör haline getirdi.
Bugün hâlâ terörist grupların tehdit oluşturduğu bir dünyada, Başbuğ’un sözleri, Türkiye’nin terörle mücadelede sahadaki pratik katkısını vurgulamaktadır. Ona göre, uluslararası toplumun ortak çabaları tartışmalı ve zaman zaman yetersiz kalırken Türkiye doğrudan ve kararlı bir tutum ortaya koyuyor. Bu bakış açısı, Türkiye’nin hem kendi iç güvenliğini hem de bölgesel istikrarı korumak için yürüttüğü askeri ve istihbari faaliyetleri birleştiriyor.
Uluslararası İşbirliği ve Türkiye’nin Rolü
DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyon çabaları farklı aktörlerin karmaşık bir ağı üzerine kurulmuştur. ABD, Avrupa ülkeleri ve bölgesel güçler zaman içinde DEAŞ ile mücadelede farklı düzeylerde yer aldılar; kimi askeri operasyon desteği sağladı, kimi diplomatik baskı uyguladı. Ancak pratikte sahada, Türkiye sınır güvenliği, istihbarat paylaşımı ve operasyonel faaliyetlerle bu mücadelenin canlı bir aktörü oldu.
Coşkun Başbuğ’un sözleri, Türkiye’nin bu aktif rolünü yalnızca kendi perspektifinden değil, aynı zamanda sahadaki stratejik kararlılığı ve sürekliliği temel alarak değerlendiriyor. Bu perspektif, uluslararası koalisyonun fragmentli yapısıyla karşılaştırıldığında Türkiye’nin istikrarlı ve tutarlı bir mücadele yürüttüğünü ima ediyor.
Eleştirel Perspektif: Uluslararası Algı ve Saha Gerçekliği
Her ne kadar Türkiye birçok terör hücresini çökertmiş ve önemli operasyonlar yürütmüş olsa da, uluslararası aktörlerin değerlendirmeleri bazen farklılaşabiliyor. Batı’da kimi analizlerde, DEAŞ’a karşı mücadelede en etkin yerel güçlerin Kürt gruplar olduğu, Türkiye’nin rolünün daha karmaşık diplomatik ilişkiler içinde değerlendirilmesi gerektiği belirtiliyor. Bu bakış açısı, mücadelenin sadece askeri boyutla sınırlı olmadığını, aynı zamanda diplomasi, istihbarat değişimi ve yerel dinamiklerle şekillendiğini söylüyor.
Ancak Türkiye’nin üzerinde yükselen güvenlik yaklaşımı, yalnızca askeri operasyonlarla sınırlı değildir. İç güvenlik mekanizmalarının güçlendirilmesi, sınır ötesi istihbarat paylaşımı ve sosyal entegrasyon politikaları gibi geniş bir stratejik çerçeve içerir. Bu çok katmanlı yaklaşım, sahadaki yüzleşmelerin ötesinde, uzun vadeli terörle mücadele perspektifini ihmal etmez.
Sonuç: Küresel İstikrarda Türkiye’nin Vizyonu
Coşkun Başbuğ’un güçlü ifadesi, Türkiye’nin terörle mücadelede aldığı inisiyatifi ve kararlı duruşu uluslararası bağlama sokmak için etkileyici bir çıkış noktasıdır. Bu söz, sadece politik bir iddia değil; aynı zamanda terörle mücadelede sahadaki gerçek çaba ve stratejik kararlılığın da bir tasviridir. Türkiye’nin hem kendi güvenliğini hem de bölgesel istikrarı koruma hedefi, sadece askeri arenayla sınırlı olmadığı gibi, uluslararası ittifaklarla koordinasyon ve jeopolitik yükümlülüklerin birleşiminden doğan karmaşık bir öğretidir.
Bu perspektif, modern dünyanın terörle mücadelesine dair daha derin, daha nüanslı ve daha kapsayıcı bir anlayış geliştirmek isteyen herkes için kritiktir. Türkiye’nin bu alandaki rolü, yalnızca tek bir ülkenin çabası olarak değil, aynı zamanda küresel güvenlik mimarisindeki yerini anlamak açısından da tartışmaya değerdir.
