İslamofobi, Batı'nın teopolitik düzeninde yalnızca bir önyargı değil, aynı zamanda iktidar ve anlam üretiminde kilit bir ideolojik aygıt olarak işlev görür. Teopolitika, Tanrı, din ve iktidar ilişkisini merkeze alan bir düşünme biçimidir. Batı’da bu, özellikle Hristiyanlık temelli değerler üzerinden şekillenen sekülerleşmiş ama hâlâ kutsal referanslarla yürüyen bir siyasal tahayyül üretmiştir. İslamofobi, bu tahayyül içinde hem “karşıt bir dinî öteki” olarak konumlandırılır hem de Batı’nın kendini tanımlamasında negatif aynalama işlevi görür.
İslamofobi ve Batı Teopolitikası: “Kutsal Tehdit”in İcadı
Batı teopolitikasında “iyi yaşam”, Batı aklıyla, Batı değerleriyle, Batı'nın ahlaki ve dinî mirasıyla özdeşleştirilir. Bu miras, sekülerleşmiş olsa da, Hristiyanlık’ın kültürel kalıntılarını taşır: özgürlük, bireycilik, insan hakları gibi kavramlar Batı'nın teolojik kodlarından süzülerek siyasal dile aktarılmıştır.
Bu bağlamda İslam, sadece başka bir inanç sistemi değil, Batı’nın teolojik-siyasal bütünlüğüne yöneltilmiş varoluşsal bir meydan okuma gibi sunulur.
Şu şekilde işler:
- İslam, Batı'nın seküler tanrısallığına (yani liberal demokrasiye) bir tehdit olarak kodlanır. Bu, hem ideolojik hem teopolitik bir savaşı meşrulaştırır.
- İslamofobi, “kutsal değerleri koruma” refleksiyle beslenir. Bu değerler artık Hristiyanlık değilse bile onun türevleri olan seküler bireycilik, ifade özgürlüğü ve laikliktir. İslam, bu değerlere “karşı” konumlandırılarak iç düşman haline getirilir.
- Bu çerçevede İslamofobi, Batı'nın kendi iç kimliğini kurmasına yardımcı olur. “Biz özgürüz, onlar baskıcı”; “biz moderniz, onlar çağ dışı”; “biz ilericiyiz, onlar gerici.” Her bir karşıtlık, Batı’nın kendini tanımlamasına hizmet eder.
İslamofobi ve Teopolitik Güç: Siyasi Kutsallaştırma
Modern Batı demokrasilerinde bile siyaset, “kutsal” bir zemine oturtulmak istenir. Ulusal kimlikler, anayasalar, özgürlük söylemleri adeta laikleştirilmiş dogmalar gibi iş görür. Bu dogmalara yönelik her eleştiri ya da alternatif, düşmanlaştırılır. İşte İslam, bu noktada, hem içerideki hem dışarıdaki “mutlak öteki” olarak yeniden tanımlanır.
- “İslami terör” söylemi, seküler teopolitikanın yeni şeytanıdır.
- Müslüman figürü, Batı’nın kendi iç kutsallarını güçlendirmek için dışsal bir tehdit olarak kullanılır.
- Bu durum, savaşlara, göçmen politikalarına, yasa ve güvenlik düzenlemelerine meşruiyet sağlar.
Sonuç: Teopolitikanın Gölgeleri
İslamofobi, Batı’nın teopolitik düzeninde yeni bir haçlı seferi gibi işler; bu seferin kılıçları tanklar değil, medya dilidir, yasa metinleridir, kültürel temsillerdir. Amaç, İslam’ı dışlayarak Batı kimliğini saflaştırmak değil yalnızca; aynı zamanda bu dışlamayı kutsallaştırarak siyasal iktidarı güçlendirmektir.
İslamofobi ve Batı Oryantalizmi: Zihinsel Tahakkümün İki Yüzü
İslamofobi, sadece bir korku değil; bir sistemdir. İslam’ı ve onun taşıyıcılarını “öteki”leştiren, onları potansiyel tehdit, geri kalmışlık ya da fanatizmle özdeşleştiren derin bir önyargılar ağını besler. Bu, bireysel bir algı bozukluğundan ziyade, tarihsel olarak şekillendirilmiş yapısal bir ayrımcılıktır.
Oryantalizm ise, Batı’nın Doğu’ya dair kurguladığı hayali bir portredir. Edward Said’in çığır açıcı çalışmasında da vurguladığı gibi, Batı’nın Doğu’ya bakışı; romantize eden ama aynı anda küçümseyen, egzotikleştiren ama aynı zamanda tehdit olarak gören bir mercekle şekillenmiştir. Bu bakış, sadece sanatta değil, akademide, siyasette ve hatta gündelik yaşamda kendine yer bulmuştur.
İslamofobi, oryantalist bakışın günümüzdeki tezahürüdür. Oryantalizm, Doğu’yu anlamaktan çok, onu tanımlama, kontrol etme ve tahakküm altına alma çabasıydı. İslamofobi ise bu tanımların damıtılmış halidir; “Müslüman” kimliğini potansiyel bir tehlike, değişime dirençli bir figür, modernliğin karşıtı olarak çizer.
Bugünün medya dilinde, siyasal söylemlerinde ve güvenlik politikalarında bu eğilim açıkça görülür. Müslüman coğrafyalar sürekli olarak kriz, savaş, terör ve istikrarsızlıkla anılırken, bireysel Müslümanlar da entegrasyon sorunu yaşayan ya da radikalleşme potansiyeli taşıyan bireyler olarak betimlenir. Bu, Batı’nın kolektif bilinçaltında Doğu’ya, özellikle İslam dünyasına dair yüzyıllardır süregelen bir üstünlük anlatısının devamıdır.
Oysa bu çarpık anlatılarla karşı koymak, sadece Müslümanların değil, evrensel adaletin ve insan onurunun da meselesidir. Zira İslamofobi, yalnızca Müslümanlara değil, Batı'nın kendi vicdanına da zarar verir. Kültürlerin eşitliği yerine hiyerarşiyi savunan bir dünya düzeni, yarınların barışını değil, çatışmasını inşa eder.
Evet, İslamofobi ve oryantalizm, tarihsel bağlamda sömürüyü meşrulaştırmak için kullanılan zihinsel ve kültürel kılıflar olarak işlev görmüştür — ve hâlâ görmektedir. Bu durum, yalnızca bir yanlış algı ya da önyargı meselesi değildir; derinlemesine planlanmış, sistematik ve çıkar odaklı bir yapıdadır.
Şöyle açıklayabiliriz:
İslamofobi: Sömürgeciliğin Yeni Yüzü mü?
Tarihte Batı, Doğu'ya bakarken yalnızca egzotik bir merakla değil, ekonomik, siyasi ve kültürel hâkimiyet kurma arzusu ile baktı. Oryantalizm, bu hâkimiyetin entelektüel cephesiydi; “Doğu geri, irrasyonel, tembel ve ilkel” olarak kodlandı. Bu tanımların ardında ise doğal kaynaklara, stratejik bölgelere ve halkların emeğine el koymanın meşru gerekçesi yatıyordu.
Bugün bu söylem farklı bir biçimde sürüyor. İslamofobi, sadece bireysel nefretin değil, jeopolitik stratejilerin, silah ticaretinin, medya manipülasyonunun ve ekonomik sömürünün taşıyıcısı hâline gelmiştir.
Örneğin:
- Bir ülkenin işgali, “radikal unsurları temizleme” bahanesiyle sunuluyor. Oysa ardında petrol, doğalgaz ve askeri üsler için yapılan hesaplar var.
- Göçmen politikaları, Müslümanları "uyumsuz" olarak göstermek suretiyle kısıtlanıyor. Bu da emeği daha düşük ücretle kullanmak ya da sosyal sistemleri baskılamak için bir araç hâline geliyor.
- Medyada sürekli Müslüman şiddeti gösterilerek, kitlelerin korkuları canlı tutuluyor. Bu korkular, yeni güvenlik yasalarının, gözetleme sistemlerinin ve askeri harcamaların halk tarafından sorgulanmadan kabul edilmesini sağlıyor.
İşte bu noktada İslamofobi, sömürgeci aklın güncellenmiş bir yazılımı gibi çalışıyor: Doğrudan işgallerin yerini, ekonomik bağımlılıklar ve kültürel ezme biçimleri alıyor. Müslümanlar yalnızca askeri ya da siyasal anlamda değil, aynı zamanda kimlikleri, kültürleri ve inanç sistemleri üzerinden de hedef alınıyor.
Ve bu sistem, Batı’daki halkları da yanıltarak, kendi yöneticilerinin çıkarcı politikalarına rıza göstermelerini sağlıyor. Yani, İslamofobi hem Doğu’yu sömürüyor, hem Batı halklarını körleştiriyor.
Evet, oryantalizm doğru ve yerinde bir tanımdır; fakat bu tanımın nasıl kullanıldığına, hangi bağlamda ortaya çıktığına ve neyi hedeflediğine dikkatle yaklaşmak gerekir. Oryantalizm, basitçe “Doğu’ya dair bilgi üretimi” değildir — Doğu’yu Batı'nın üstünlüğünü pekiştirmek amacıyla tasvir eden, hiyerarşik ve çoğu zaman sömürgeci bir zihniyetin ürünüdür.
Bu kavramı en derinlikli biçimde çözümleyen isim, Filistinli düşünür Edward Said’dir. Onun 1978’de yayımladığı Orientalism adlı eseri, bu kavramı entelektüel ve siyasal bir eleştiri aracı hâline getirmiştir.
Oryantalizm: Kavramsal Bir Açıklama
Köken anlamı:
Latince orientalis (doğuya ait) kelimesinden türemiştir. Başlangıçta sadece coğrafi veya kültürel bir yön belirtirken, zamanla Batı’nın Doğu’yu nasıl gördüğünü, anlattığını ve yönettiğini tarif eden ideolojik bir araca dönüşmüştür.
Said’e göre oryantalizm:
“Doğu’yu anlatan, betimleyen, öğretmeye çalışan, hükmeden ve sonuçta da onu Batı’ya göre alt bir kategoriye yerleştiren bir söylemler bütünüdür.”
Bu tanımda üç temel nokta dikkat çeker:
- Temsilde güç ilişkisi vardır. Oryantalist söylem, Doğu’yu kendi sesinden değil, Batı’nın gözünden ve çıkarından anlatır.
- Doğu'yu durağan ve değişmez gösterir. Batı ilerici, akılcı, bireyci; Doğu ise mistik, irrasyonel ve gelenekçidir.
- Siyasi ve askeri üstünlük için zemin hazırlar. “Tanımak, hükmetmektir” anlayışıyla bilgi bir kontrol aracı olarak kullanılır.
Bugünkü Yansıması: Oryantalizmin Güncel Biçimleri
- Medyada: Müslümanlar sıklıkla “terörist”, “gerici”, “kadın düşmanı” gibi klişelerle sunulur.
- Akademide: Doğu çalışmaları (Middle Eastern Studies vb.) hâlâ Batı merkezli epistemolojik yapılarla şekillenir.
- Siyasette: Batı dışı toplumlar, Batı standartlarına göre “başarısız devletler” ya da “medenileştirilmesi gereken” yerler olarak kodlanır.
Oryantalizm: Doğru Ama Eksikse Tehlikeli
Oryantalizm kavramı, Doğu'ya dair yanlış tasvirleri ve güç ilişkilerini ortaya koymak için çok güçlü bir araçtır. Ancak bu kavramı kullanırken dikkatli olunmalıdır:
- Tüm Batılı düşünürleri ya da kurumları homojen görmemek gerekir.
Sonuç:
Oryantalizm bir “tanım”dan çok, bir aynadır. Bu ayna, Batı’nın Doğu’ya bakışını değil, aynı zamanda kendini nasıl görmek istediğini de gösterir. Bu yüzden oryantalizm, sadece Doğu’ya yönelik değil, aynı zamanda Batı’nın kendi varoluşunu kurma biçimidir.
Yorum Gönder