Sessizlikte Yankılanan Dağınıklık
Zihnimde bir uğultu… Sanki düşünceler, birer yabancı gibi gelip geçiyor içimden. Her biri bir şeyler fısıldıyor ama hiçbirini tam duyamıyorum. Düşünceler dağılmış, ben dağılmışım. Geceleri uykusuzlukta, sabahları sebepsiz yorgunlukta buluyorum kendimi. Ve itiraf etmekten kaçamıyorum:
Beni ben dağıttım.
Kırılma Anları: İpin Ucunu Ben Bıraktım
Hayat bazen hızlı akar, bazen durur. Ama ben, koşmam gereken yerde yavaşladım. Gitmem gereken yerde kaldım. Susturamadığım iç seslerimi, susmam gereken anlarda konuşturdum. Kararlarımı erteledim, duygularımı bastırdım. Zamanla biriktirdim içimde ne varsa, ve bir gün fark ettim: İçimde bir ben değil, bin parçaya ayrılmış bir ben yaşıyor.
Toparlanmak: Öğretilmeyen Bir Sanat
"Biraz toparlan," diyorlar. Ama kimse anlatmıyor nasıl olacağını. Nereden başlanır? Hangi kırık, önce onarılır? Kimse anlatmıyor, içindeki sessizliği nasıl dinleyeceğini, kendinle nasıl yüzleşeceğini. Çünkü toparlanmak, sadece evi değil, iç dünyayı düzenlemek demektir. Ve çoğumuz, bunu hiç öğrenemedik.
Toparlanmak belki de hiç dağılmamak değildir. Belki de en derin dağınıklığına saygı duymakla başlar her şey. Kendini affetmekle, "yeterince iyi" olmayı beklemeden, "şimdi" olduğun hâline sarılmakla…
Kapanış: Kendime Dönüşün Sessiz Sözleri
Bugün kendime şunu söylüyorum:
“Evet, seni sen dağıttın. Ama seni yine sen seveceksin. Seni sen toplayacaksın. Kimse senin yerine toparlanamaz.”
Belki bu sözler bir ilaç değil, belki her şey bir anda düzelmeyecek. Ama bu, bir başlangıç. Kendini yeniden kurmaya cesaret edebilmek; tıpkı bir şiirin yarım kalmış mısrasını tamamlar gibi…
Ve en önemlisi:
Toparlanmak, her şeyi düzeltmek değil…
Kendine yeniden tutunabilmektir.
"Kırık Aynanın Ardında"
Zehra, sabahları aynaya bakmayı bırakalı aylar olmuştu. Eskiden saçını tararken göz göze geldiği o kadın, şimdi sadece buğulu bir siluetti. Aynada gördüğü ne bir yüzdü ne de bir benlik… Sanki yaşam, yavaşça elinden kayarken kendini izlemeye mahkûm edilmişti.
Her şey yavaş yavaş başlamıştı aslında. Önce kitapların kapağını açmaz olmuştu. Sonra dostlarının mesajlarına “daha sonra dönerim” deyip dönmemeye başlamıştı. Ve bir sabah, yataktan kalkarken ayaklarının yönünü hatırlayamaz hâle gelmişti. Hayatın haritası avuçlarından düşmüş, kendi içindeki labirentte kaybolmuştu.
Ama işin garibi… onu bu hâle getiren de kendisiydi.
Hayır, biri ona kötülük etmemişti. Ne bir terk ediliş ne bir ihanetti sebep. Yavaş yavaş kendini yok saymıştı. Sessizce, kimse fark etmeden. Dağılmasına sebep olan da kendisiydi, çünkü hiç “dur” dememişti kendine. Hep ertelemişti “iç sesini” dinlemeyi. Şimdi bir enkazın ortasındaydı ama kazmayı eline alıp başlamıyordu kazıya. Çünkü nereden başlanır, bilmiyordu.
Bir gün, eski bir defter buldu. İlk sayfasında şu yazıyordu:
“Dağılman hata değil. Hatalarını sevmeyi öğrendiğinde, toparlanmak kendiliğinden gelecek.”
O gün bir karar aldı. Sadece bir tek şey yapacaktı: Kendine bir fincan çay koyup, pencereyi açmak. O gün evi toplamak yoktu. Büyük planlar da yoktu. Sadece bir pencere ve bir nefes…
O pencerenin önünde otururken fark etti: Kuşlar hâlâ ötüyordu, gökyüzü hâlâ maviydi. Dünya, onun dağınıklığını beklemeden dönmeye devam ediyordu. Ve belki bu yüzden, onun da yeniden dönmeye hakkı vardı.
Zehra toparlanmadı o gün. Ama ilk adımını attı. Ve belki de en zor olanı oydu.
Yorum Gönder