Varlık Hırkası
Bir Hikâye
Vaktiyle, Anadolu’nun serin yamaçlarında kurulmuş, sessiz ve mütevazı bir köyde, Halim adında bir genç yaşardı. Ne çok konuşur, ne de çok görünürdü. Ama gönlünde bir özlem vardı; anlayan gözlerle bakıldığında o özlem, sabah çiğindeki bir yansıma gibi parıldardı. Halim, yıllardır kalbinde taşıdığı bir muradın duasını ediyordu: İnsanlara faydalı olacak bir iş kurmak, ama bu işin yalnızca dünyalık değil, bir hikmet taşımasını arzuluyordu.
Her sabah, köyün hemen dışındaki eski dut ağacının altına gider, ellerini semaya açar ve şöyle dua ederdi:
“Ya Rabbi, bana bir yol aç. Ama ben yoldaşımı da bilmek isterim; senin razı olmadığın bir yolda yürümek istemem. Eğer hayırlıysa, yollar önümde belirsin. Değilse, nefsimden arındır beni.”
Zaman geçiyor, Halim’in duasına bir karşılık görünmüyordu. Ta ki bir gün, köyün yakınındaki kasabada eski bir değirmenin satılığa çıktığını duyana dek. İçinde garip bir sevinç belirdi. Ama nasıl alacaktı? Cebinde üç beş kuruş, gönlünde ise binlerce hayal vardı.
Tam o günlerde köye bir misafir geldi: Yaşlı bir seyyah. Seyyah, Halim’in babasından kalma, harabe bir evi görünce içinde kalmak için izin istedi. Halim seyyaha kapısını açtı, ekmeğini bölüştü, suyunu paylaştı. Birkaç gün sonra seyyah vedalaşırken Halim’in eline bir tomar kâğıt para sıkıştırdı.
“Benim ihtiyacım kalmadı. Senin yolun temiz. Bu da, Rabb’in sebepler hırkasından biri belki.”
Halim, şaşkınlıkla gözyaşlarını tutamadı. Ardından kasabaya gitti, değirmeni satın aldı. Değirmeni yalnız buğday öğüten bir yer olarak bırakmadı; orayı köylü çocuklar için öğrenme evi yaptı. Gönüllü hocalar buldu, kadınlar için sabah toplantıları düzenledi, yaşlılar için huzur bulacakları bir sohbet köşesi hazırladı. Değirmen artık sadece taş değil, dua öğütüyordu.
Bir gün Halim’e biri sordu:
“Nasıl oldu da her şey bir anda yoluna girdi?”
Halim yalnızca gülümsedi ve şöyle dedi:
“Bir iş murad edilince, sebepler varlık hırkasını giymeye başlar. Ama en önemlisi… Kendimi bildim, ama kendimden bilmedim.”
Ve o günden sonra köyde bir söz dolaşır oldu:
“Kalpten edilen dua, gökten inilmezse yerden filizlenir.”
DUA
– Varlığın Kalpten Taşan Sesi –
Bir gece uyku terk edince gözümü,
Kalbimle konuştum, sustu sözüm.
Göklerin diliyle süzüldü içimden,
Bir dua yükseldi, sonsuzluğun sahibine.
Ellerim boş, ama gönlüm dopdolu,
Bir niyazla çaldım rahmet kapını.
Ne ses vardı gecede, ne de bir Yıldız,
Sadece duam ve ben vardık,…
Ey kudreti sonsuz olan yüce Rab!
Söz değil, hâl anlatsın sana kalbimden.
Rüzgâr bile senin izninle eserken,
Ben nasıl bileyim kendimden geleni ben?
İstedim, ama bilmeden;
Sevdim, ama görmeden.
Senin nurunla doğan her murada,
Dua ektim toprağa, yağmurdan sonra senin adınla.
Sebep aramadım, çünkü öğrendim:
Bir iş murad edilince,
Sebep hırkasıyla gelir âlemden…
Ve ben sadece eğildim,
Çünkü "kendimi bildim ama kendimden bilmedim."
Yorum Gönder