Ormanda Uyanış ve Yeni Yoldaşlar



 Ormanda Uyanış ve Yeni Yoldaşlar

O sabah, kuş cıvıltılarıyla dolu bir melodi eşliğinde uyandı. Kulübenin kapısını araladığında, ormanın kalbi tüm canlılığıyla atıyordu. Sis, ağaç gövdelerinin arasından çekilirken, güneşin ilk ışıkları yaprakların üstünde mücevher gibi dans ediyordu.

İleri doğru bir adım atar atmaz, uzaktan neşeli bir kahkaha duydu. Patikada, üç yabancı belirmişti:

  • Elena, ormanların gizli dünyasını mantarlarla konuşarak anlatan bir mikolog;
  • Malik, yüzyıllık şifa geleneklerini bitkilerde arayan bir herbalist;
  • Darya, vahşi yaşamın izlerini sürüp hayvan türlerini koruma tutkunu bir biyolog.

Onların gelişi, yalnız geçen günlerin ardından bir uyanıştı. Gözleri, yüzlerindeki heyecanı yansıtırken, bir tek cümle etti Elena:

“Bugün sana ormanımızın en lezzetli ve yaşam dolu sırlarını göstereceğiz.”

1. Durak: Peynir Mantarı (Cantharellus cibarius)

Elena, iğne yapraklı ağaçların gölgesinde eğilip, yerde altın sarısı bir çiçek gibi yükselen mantarı gösterdi:

“Buna halk arasında ‘peynir mantarı’ diyorlar. Hafif meyvemsi aromasıyla çorbalara, omletlere eşsiz bir derinlik katar.”

Nazikçe toprağın altından kaldırdıkça, ince miselyum iplikleri zarifçe ayrılıyordu. Koruma ilkesiyle yalnızca olgun örnekleri topladı; kalanları geleceğe bırakmanın bilinciyle.

2. Durak: Kızılcık ve Yaban Mersini (Vaccinium vitis-idaea & V. myrtillus)

Malik, yosun kaplı bir tepe başında iki farklı çalının yanına yöneldi. Kızılcığın parlak kırmızısı ve yaban mersininin koyu mürekkep mavisi, ormanın paletini tamamlıyordu:

“Kızılcık, C vitamini kaynağı; sindirimi kolaylaştırır. Yaban mersini ise antioksidan deposudur; hafıza ve dikkat için bir armağan.”

Parmak uçlarıyla birkaç meyve koparıp, arkadaşlarına tattırdı. Taze ekşi tatla birlikte, sabahın serinliği çay gibi içlerini ısıttı.

3. Durak: Isırgan ve Karahindiba (Urtica dioica & Taraxacum officinale)

Darya, ince uzun stonlarıyla ısırgan otu demetledi. Yavaşça bir yaprağı ovalayarak iğneci tüylerin etkisini nötrledi ve açıkladı:

“Isırgan, protein ve demir bakımından zengindir; kaynatıp çayını veya smoothie’sini yapabiliriz. Karahindiba yapraklarıysa salataya harika bir acılık katar.”

Dostça bir rehberlik eşliğinde, toplanan otlar bir demliğe atıldı. Çıkan buhar, toprağın tazeliğini andıran bir şifa davetiyesi gibiydi.

4. Durak: Meşe, Kayın ve Çam Ağaçları

Ekip, dalların yüksekliğine bakarak ağaç haritası çıkardı:

  • Meşe (Quercus robur): Kabukları geleneksel mobilya yapımında kullanılırken, palamutlar kuşlar ve sincaplar için mükemmel bir enerji kaynağıdır.
  • Kayın (Fagus sylvatica): Zarif, ince yaprakları çay yapımında tercih edilir; sakinleştirici etkiye sahiptir.
  • Çam (Pinus sylvestris): Genç sürgünleri reçel ve şurup yapımında kullanılır; antiseptik özellik taşır.

Bu bilgileri paylaşırken, ormanın deodorantı misali çam reçinesinin bıçak darbesiyle yayılan kokusu etrafı dolduruyordu.

Ormanın Ortak Sofrası

Bir ağaç kütüğünü masaya çevirip, topladıkları kökleri, yaprakları, meyveleri ve mantarları bir araya getirdiler. Sobada kaynayan demlikte; peynir mantarı çorbası, kızılcıklı yaban mersini kompottu, ısırgan-karahindiba çayı hazırdı. Paylaştıkları her lokma, sadece bedenlerini değil, ruhlarını da besliyordu.

Elena bir yudum mantar suyundan sonra şöyle dedi:

“Orman, sadece besin değil; bilgelik kaynağıdır. Her tür, bir sonraki kuşak için bir mirastır.”

Malik ekledi:

“Doğanın döngüsü sürdükçe, bizler de bu topraklarla el ele yürüyebiliriz.”

Darya son olarak fısıldadı:

“Ve unutmamalıyız ki, korumak paylaştıkça anlam kazanır.”


O an anladı: bu yeni dostluklar, ormanın ruhuyla birleşerek daha büyük bir aydınlanmaya kapı aralamıştı. Yiyecekler ve türler hakkında edindiği bilgi, artık yalnızca bir liste değil; canlı bir hikâye, kâğıda değil kalbe yazılmış bir manifestoydu.

Sisli dağ kulübesine dönerken, yanında yükselen sohbetleri ve sıcacık dostluk ateşini hissetti. Bu yeni macera, sadece doğayı keşfetmek değil; insanın içinde açan dayanışma ve bilgelik çiçeklerini adım adım yeşertmekti.



 Ormanın Zengin Sofrası

Sisli patikadan ilerlerken, ufuk çizgisinde ayrı bir canlılık belirdi. Dar bir açıklıkta, iki yeni misafir duruyor; ormanın kalbi gibi çarpan mercek gözlü bir seyyah ve sırtında eski usul bir sepet taşıyan bir şef.

  • Arın, doğanın bütün tatlarını birleştiren bir “orman şefi”;
  • Selin, her yaprakta, her tohumda efsaneleri bilen bir etnobotanist.

Birbirlerine selâm verirken, Arın’ın yanında küçük bir tütsü yakılıyordu; kokusu, toprakla baharatın ince dansını duyuruyordu.

Arın (gülümseyerek): “Bugün soframızın baş tacı, ormanın gizli baharat ağacının altındaki kahverengi tüylü mantar olacak. Adı ‘kirpi mantarı’. Hem kaynatması hem kızartması nefis.”
Selin (nazikçe ekleyerek): “Ve hemen yanı başındaki yabani çileklerin yaprakları, çayı demlediğinde hem sindirimi destekler hem hafif bir narenciye ferahlığı katar.”

Kirpi Mantarı (Hydnum repandum)

Arın, dalgın toprak üzerinde parmak uçlarıyla kirpi mantarını buldu. Zarif sırt dikenleri, eline dokunduğunda hafif bir karamel notası bıraktı.

“Koruyarak toplarız,” dedi Arın, “sadece sapı güçlü olanları seç; miselyum ağını koruyalım.”

Durak: Yabani Çilek ve Çoban Çantası (Fragaria vesca & Capsella bursa-pastoris)

Selin, alçak çalılarda büyüyen minik çilekleri nazikçe kopardı. Ardından, çoban çantasının sivri uçlu yapraklarını gösterdi:

“Çilek çayı için yaprakları, demlediğinde hafif tatlı bir kırmızılık kazanır.
Çoban çantasıysa demliğinde demir ve C vitamini deposu.”

 Kestane ve Çam Fıstığı (Castanea sativa & Pinus pinea)

Arın’la Selin, eğimli meşe gölgelerinin altından bir kestane ağacının yanına yöneldiler. Topraktan yeni çıkmış kabuğu çatlamış kestaneleri toplarlarken:

Arın: “Önce kestaneyi közde pişiririz; tatlı nişastası fırında fındık gibi patlar.”
Selin: “Ve çam fıstığı; salata ve pilavlara derinlik, enerji verir. Tohumunu korumak için yalnızca olgun kozaları seçmeliyiz.”

Orman Kuşkonmazı ve Mersin Çiçeği (Asparagus officinalis & Laurus nobilis)

Çalılıkların ötesinde, bir başka sır ortaya çıktı: ince uzun kuşkonmaz filizleri arasına saklanmış mersin yaprakları.

Selin (fısıldar gibi): “Kuşkonmazın filizleri sabahları hafifçe haşlanıp zeytinyağıyla yenir;
Mersin yaprağını kurutup toz haline getirdik mi, çorbalara Akdeniz kokusu katarız.”

Ormanın Zengin Sofrası Kuruluyor

Bir kütüğün etrafına çember oluşturdular. Sepetten çıkan kirpi mantarının kızartması, kestanenin köz kokusu, kuşkonmazın hafif diri dokusu ve yabani çilek çayı… Her lokma, ekosistemin bir parçasıydı; her yudum, geleceğe sürdürülebilir bir miras bırakan bir adım.

Arın (ciddi bir sesle): “Sürdürülebilir foraj, yalnızca toplamak değil, yeniden ekmek demektir.”
Selin (başını sallayarak): “Orman bize verir; ama biz de onun dengesini korumakla yükümlüyüz.”


O an anladı ki, bu yeni yüzler ve keşifler; sadece karnını değil, zihnini ve ruhunu da doyuruyordu. Orman, paylaştıkça büyüyen bir bilgelik bahçesiydi. Yeni bölümün misafirlerine minnetle bakarken, aklında tek bir düşünce vardı:

“Her sofrada bir ekosistem kurulur; her keşifte bir umut filizlenir.”


Ormandaki Maceralarını Anlatıyorlar

Sislerin çekildiği akşamüstü, kulübenin küçük avlusunda bir araya geldiler. Ateşin etrafında oturmuş, her biri elindeki fincanla derin bir nefes aldı. Ormanın kalbindeki yolculuğun hikâyesi, şimdi sözcüklere dönüşüyordu.


Elena’nın Söyleyişi

“İlk adımı attığım anda, ayaklarımın altındaki yosun bana bir sır fısıldadı. Mantarlarla konuşmak sandığınız kadar sessiz bir iş değil; her bir şapka, bana ormanın kadim dilinden bir kelime sundu. Peynir mantarının altın sarısı, kirpi mantarının sıcak karamel aroması… Hepsi birer şiir gibi damaklarıma nakşoldu.

Malik’in Anlatımı

“Her bir bitki, tıpkı bir kitap gibidir. Kızılcığın ekşi dokunuşu, yaban mersininin tatlı hüznü… Isırganın demir dolu gücü, karahindibanın canlı yeşilliği… Onları kaynatıp çay yaptığımda, orman bana nesiller boyu aktarılan şifa sırlarını fısıldadı. Her yudum, hem bedenimi hem zihnimi sağaltan bir mantraydı.”

Darya’nın Hikâyesi

“Doğanın gerçek haritası, hayvan izlerinden okunur. Orman kuşlarının kanat çırpışı, tilki patikalarının kıvrımları, sincap yuvalarının sinyalleri… Her adımda yeni bir yaşam gördüm. Kuşkonmaz filizlerinin zarafetiyle, çam fıstığının oyulmuş reçinesinin şifasını keşfettim. Vahşi yaşamın ince dengesi, orada atıyor.”

Arın’ın İtirafı

“Sabahın ilk ışığında, çiğ taneleriyle parıldayan ağaç gövdelerine dokunmak… Kirpi mantarlarını toplarken toprağın miselyum ağını korumaya özen göstermek… Bunlar bana, mutfağın sadece lezzet değil, sorumluluk alanı olduğunu öğretti. Orman şefi olmak, her lokmada bilgelik paylaşmaktır.”

Selin’in Yansımaları

“Her bir yaprağın altındaki öyküyü dinledim. Yabani çileklerin narin yaprakları, etnobotanik bir atlas gibiydi. Çoban çantasının sivri yapraklarında eski köylerin şifa reçeteleri gizliydi. Meşe palamutlarının kuşlara sunduğu enerjide, geleceğe bırakılacak bir miras vardı.”


Birbirlerinin gözlerine baktılar; her yüz, farklı bir maceranın yansımasıydı. Ateşin kıvılcımı, ormanın kalbindeki hikâyelerini aydınlatıyordu. O an anladılar ki, macera sadece keşfetmek değil; öğrendiklerini paylaşarak bu ekosistemi geleceğe taşımaktı.

“Orman, her birimizin hikâyesinde yeniden yeşerir,” dediler hep bir ağızdan.
Ve gece, yıldızların altında barışla dalarken, yeni bir günün maceraları için umutla uykuya daldılar.

Ormanın Kadim Nefesi

Ormanın Uyanışı

Sabahın serin ilk ışıkları, gölgeler ardındaki ağaçları kademeli olarak ortaya çıkarıyordu. Çamların ferahlatan kokusu, yosun ve çiçeklerin tatlı nemi, nemli topraktan gelen toprağın huzurlu kokusuyla iç içe geçerek üç dostu selamlıyordu. Göğsüne dolan temiz hava, sanki binlerce yıldır bu koruyu bekleyen yüce bir varlığın şarkısını fısıldıyor gibiydi. Kafkas yaylasından getirilmiş yeşil battaniyeler serili zemindeki kızıl yapraklar, inci tanesi dizilmiş gibi adımlarının altında hışırdıyordu. Orman kuytularından süzülen sonsuz sabır ve dinginlik hissi, kalplerinde şiirsel bir huzur oluşturuyordu.

Ayda: “Bu orman… Sanki biz gireli buralar daha da canlanmaya başladı.”
Sarp (gülümsedi, bir köknar ağacının gövdesine dokunarak): “Evren’in kucağına alışmış gibiler, değil mi? Her kök, her yaprak eski bir hikâye anlatır gibi.”

Ayda (gözlerini kısarak): “Baktığın her yerde bir şifa olduğuna inanırım. Bak şuradaki adaçayına… Kokusu zamana meydan okuyor adeta.”
Sarp: “Gerçekten de, adaçayının bozulmayan kokusu, kim bilir kaç kuşağın öğrendiği bir sır. Hastalık zamanında çayını demleyip içerek huzur bulurlarmış.”

Ayda (dikkat kesilerek): “Bu arada, o masmavi çiçekler neler böyle?”
Sarp (uzanan uzun sapları ve tatlı papatyaları işaret ederek): “Yayla papatyası. Kanayan bir yara, bir hasret fark etmeksizin her derde deva.”

Kısa bir süre sonra, yaşlı bir çınarın gövdesinde sarı altın renginde nadir bir mantar fark ettiler. Beyza usulca eğildi:
Beyza: “Bu, Altın Kanat mantarı; gizli bahçelerde şifa toplayanların bildiği nadide bir türdür. Sadece ağaç kökünden aldığı mineral salgılarla rengini korur.”
Ayda (hafifçe dokunarak mantarın kenarına): “Sanki toprağın ruhunu sindirip bize sunuyor. Zarar verirsek incinir, ama doğru zamanında aldığımızda şifa verir.”
Beyza (başını sallayarak): “Evet. Bitkiler ve mantarlar, sofranın dışında devinim halindeki en eski şifacılarımızdır. Doğanın diliyle çalışırlar; anlattıkları her şey, insanın kaderine gizlenmiş bir bilgi gibidir.”

Kanatların ve Fısıltıların Türküsü

Ormanın içine ilerledikçe yapraklar arasından gizemli bir tını yükseldi. Bir kuş ötüyordu; sesi, usta bir neyzenin melodisi gibi uçup dallardan dökülen ışığa karıştı. Üçü de durdu, sesin geldiği patika boyu kayın ağacına baktı.

Ayda: “Şu kuşa bakın… Tüyleri geceyle yarışan koyu renkli, kanatlarında sanki yıldız zerreleri var.”
Sarp (gözlerini kısıp dikkatle): “Eski bir efsaneye göre, bu göğün habercisi bir kuş. Nadir görüldüğünde yeryüzüne uğur getirir, kalplerimize eski bir şiir fısıldarmış.”
Beyza (fısıldayarak): “İşte bu yüzden sessiz olalım; duyduğumuz her kanat çırpışı ormanın kalbine bir selam. Uğuldayan rüzgâr, yaprakların dokusundan yeni bir ezgi örecek sanki.”

Aniden çalıların arasında hafif bir hışırdama duyuldu ve bir sincap çıktı ortaya. Kıvrak kuyruğu, ormanın sessiz bir neferi edasıyla etrafı süzerken, minik gözleri merakla kıvılcımlanıyordu.

Ayda (gülümseyerek): “Demek sen de buradasın, minik hırsız. Bu sincap, toprağın sırlarını yediden yetmişe taşıyan bir haberciye benziyor.”
Sarp: “Her yeni canlı ormanın senfonisinde bir nota gibidir. Sincabın ürkek bakışları bile huzur veriyor; yıllar boyunca burada yaşayanların duygularını taşıyor gibi.”
Beyza (hareketli bir sesle): “Küçük bir kirpi bile yol arkadaşımız olabilir. Eski inanca göre, orman ruhları en çok onlar gibi sessiz, toprağa kıvrılmış küçük canlıları korumaya alırmış.”

Gruptan kıyıya doğru ilerledikleri sırada bataklıktaki durgun su yüzeyinde kızıl bir tilki belirdi. Parıldayan kürkü, ay ışığında adeta mücevher gibi yansıyordu. Bu görkemli hayvana uzun uzun baktılar, sonra kalp kalbe selam verip sessizce uzaklaşmasına izin verdiler.

Beyza: “Atalarımız tilkinin altın kuyruğuna olağanüstü bir güç atfederdi. Deyişe göre, çıplak gözle göremezsen de, tam dolunayda onun silüetini renksiz bir rüzgâr gibi görmek mümkün olurmuş; ormanın sırrı onunla dans edermiş.”
Ayda (hayranlıkla): “Demek sen de bu ormanın gizemli bekçisiymişsin, tilki. Gecenin kucağında korkuları huzura çeviren bir sır taşıyorsun.”

Ateşin Efsunlu Şarkısı

Akşam olduğunda koru, turkuaz bir neftiye gibi sessizleşmişti. Uzun gölgeler yere yayılarak her şeyi sükûnet içinde kucaklıyordu. İnce bir ay ışığı dalgalanarak koru sardı; yer yer kurumuş meşe yapraklarına düştüğünde yapayalnız parlayan yıldızlar gibi ışıldıyordu. Üçü, ormanın kalbinde efsanelere konu olmuş dev bir çınarın kovuğunda kamp kurdu. Yanlarındaki kuru meyvelerin saplarından yanan küçük ateş, gökyüzünün nağmeleriyle dans eden ateşböceklerini aydınlattı.

Ayda (büyülenmiş bir sesle): “Gökyüzünün altında ay ışığına dokunan yapraklar var sanki. Anlatmamı istediğiniz başka bir eski hikâye var mı, büyükanne?”
Beyza (dingin bir sesle): “Elbette, kızım. Bu topraklarda, bin yıl kadar önce bir orman tanrıçası olduğuna inanılırmış; adı Sevakar’ imiş. Efsaneye göre, Sevakar derinlerde gömülü bir su kaynağından yaşam fışkırdırırmış. Her ağacı birer hayat olarak doğurur, yapraklarına ruh üflermiş. Dedem anlatırdı: ‘Ağaçların göğsünde kalp, köklerinde tarih var; nefesleri bizim atalarımızın sonsuz barışını temsil eder.’”

Ayda (usulca): “Ne kadar büyüleyici… Bu efsane, ormanla iç içe olduğumuzu bize anlatıyor. Gerçekten de Kadim Nefes Orman’ındır, öyle değil mi?”

Sarp (ateşin kıvılcımlarıyla dans eden gölgelerden esinlenerek): “Evet, gurur duyuyorum bu toprakların eski ahenkle örülü geçmişiyle. Nereye gidersek gidelim, doğanın sesine kulak vererek efsanelerimize layık yaşamayı diliyorum.”

Beyza (gülümseyerek): “Aynen öyle, sevgili çocuklar. Hepimiz ormanın bir parçasıyız, tıpkı taşların, kuşların ve gizemli kütüklerin bir parçası olduğu gibi. Ve hangi toprakta, hangi zamanda olursak olalım, doğanın sesine kulak verenler eski şarkıyı yeniden söyler: ‘Kadim Nefesi Orman’ındır, biz buna sahip çıkarız.’

Toprağın Fısıldadığı Şarkılar

Sabah ışıkları orman gövdesinin arasından süzülürken yolumuza devam ediyorduk. Hışırtılar, ötüşler ve uzaklardan gelen su şırıltısı adımlarımıza eşlik ediyordu. Kelebekler narin uçuşlarına devam eder, kuş sürüleri nazlı nağmelerini yineler, uzaklardan bir ceylan ürkek adımlarla geçerken ormanın varlığını usulca hatırlatıyordu. Kanat çırpıntıları ve yaprak sürtünmeleri sanki toprağın derinliklerinden yükselen bir senfoni gibiydi. Ayaklarımız yere basarken taşların üzerinde, dalların altında ince bir melodi duyar gibiydik. Her adım, bizi ormanın kadim sırrına biraz daha yaklaştırıyordu.

Baran, çimenler arasındaki mor yapraklı bir bitkiye işaret ederek durdu.
— Şu bitkinin adı ne, Ayla? Dikkat çekici görünüyor, dedi Baran.
Ayla diz çökerek bitkiye yaklaştı ve hafifçe yapraklarına dokundu. O anda gözleri parladı ve gülümseyerek konuştu:
— Bu, gelincik çayı, dedi. Eski metinlerde sıkça bahsedilen, çok değerli bir şifalı bitkidir. Hatırlıyor musun? Bizi buraya getiren, büyükannemin tarif ettiği kadim formüldür. Gelincik çayı, yara izlerini iyileştirmekte ve kalp sancılarını dindirmekte kullanılır.

Baran, elinde tuttuğu sarımtırak çiçekten koparılan yaprağı dikkatle inceledi.
— Bu demlik çayı soğuk günlerde içildiğinde bedendeki ateşi düzenliyormuş. Çok sakinleştirici bir kokusu var, diye fısıldadı.
— Evet, atalarımız keder anında bile toprağa derdini anlatır, ona şifa bulurmuş. Doğa bizi dinler, diye hüzünlü bir tebessümle ekledi Ayla. Toprak, bizi büyüten, anlatılmamış hikayeler fısıldayan kutsal bir dokuydu.

Bir süre sessizce çevrelerine bakış attılar. Ardından ilerlemeye devam ettiler. Patika zamanla ağaçların sıklaştığı bir bölgeye doğru kıvrılıyordu. Nemli bir çam kütüğü üzerinde siyah benekli beyaz bir mantar belirmişti. Baran heyecanla eğildi:
— Bu, ay ışığı mantarı gibi. Böyle büyük bir kütükte nadiren rastlanır.

Ayla dikkatle mantarın çevresine eğildi:
— Evet, gerçekten de özel bir tür, dedi. Üstü ince bir tozla kaplı ve halkaları belirgin. Ormanın karanlık sırlarını taşıyan nadir bir mantar türü olmalı. Mavi-yeşil halkaları olan bu cinsin şamanik törenlerde kullanıldığına dair eski bir inanış var.
Baran ise mantarı sanki kutsal bir anıt gibi hayranlıkla izledi; tek bir soluyuşu bile doğaya olan saygının derinliğini anlatıyordu.

Kıvırcık bir ağaç gövdesine tutunarak etraflarını kolaçan ederken, mantarın dibinde gömülü paslı bir taş buldular. Taşın yüzeyi yosunlarla örtülü, antik sembollerle kaplıydı. Ayla gözüne inanamadı:
— Bak, işte bir kutsal taş; ormanın en eski bilgesine ait olabilir.
Baran hafifçe taşı okşadı ve içinden sessizce mırıldandı: “Doğa ana.”
Ayla taşın üzerindeki sembolleri incelerken konuşmaya başladı:
— Bu semboller toprakla kurduğumuz köprüdür. Eski halklar acılarını anlatırken sembollerle doğaya minnettarlıklarını gösterirmiş. Yakın tarihli kazılarda bu işaretlerin Anadolu'nun en eski kültlerinden birine ait olduğu ortaya çıktı. Anlamı evrensel: her çizgi, her sembol toprağa olan kutsal bağlılığımızı anlatıyormuş.

Baran başını salladı: — O halde atalarımızın bilgisi bizde demektir. Buna layık olmaya çalışmalıyız, dedi kararlı bir sesle.

Gece mehtap ışığı orman tarlasını mavileştirirken kamp ateşimizin çevresine toplandık. Ateşin kıvılcımları gökyüzüne fısıldarcasına yükselirken, ikimiz de günün armağanlarını düşündük.
Ayla derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı:
— Bugün doğanın en kadim melodilerini dinledik, Baran, diye başladı Ayla. Her bitkinin, her mantarın ve her taşın dilini dikkatle dinledik. Toprağın fısıldadığı şarkılar atalarımızın sesleriyle çakışıyordu.
Baran cevap verdi: — Bilgeliğin koruyucuları biz olacağız. Öğrendiklerimizi ormanın çocuklarına, gelecek kuşaklara taşımalıyız, dedi.

O esnada uzaklardan bir baykuşun uluması duyuldu. O an yıldızlarla dolu gökyüzünde ormanın şarkısı süzülüyordu. İki arkadaş, bu kadim bilgelik melodisini içlerine çekerek dinlemeye devam. Hikayenin Devamı 


Post a Comment