“Bir iş murad edilince, sebepler varlık hırkasını giymeye başlar. Kendini bil, kendinden bilme!”

 


“Bir iş murad edilince, sebepler varlık hırkasını giymeye başlar.
Kendini bil, kendinden bilme!”

Bu iki cümle, bir ömürlük irfanı birkaç kelimeye sığdıran bilgelik pınarlarıdır. Her biri, insanın hayatına yön veren, zamanın ötesinden gelen birer hakikat çağrısıdır. Bu yazıda, bu sözleri hem kalbe hem akla seslenen bir dille ele alacağız. Çünkü bazı sözler vardır ki okunmaz, hissedilir. Bazı anlamlar vardır ki anlatılmaz, yaşanır.

Muradın Ardındaki İlahi Dokunuş

“Bir iş murad edilince, sebepler varlık hırkasını giymeye başlar.”
Bu söz bize gösterir ki insan bir niyete büründüğünde, görünmeyen eller harekete geçer. Adına kader deriz, tevafuk deriz ya da sadece “nasip”... Fakat hakikat şudur: Bir iş murad edilince, Yaradan onun için ol derse. Duran taşlar yuvarlanır, yollar açılır, engeller ya çekilir ya da anlam kazanır.

Sebep sandığımız şeyler, aslında daha yüksek bir iradenin tezahürüdür. Tıpkı bir bahar çiçeğinin açması için toprağın ısınması, güneşin yaklaşması ve yağmurun düşmesi gibi... Bütün bu dış unsurlar bir “ol” emrine kulak verircesine bir araya gelir. İnsan da bazen farkında bile olmadan, kalbinin en derin yerinden bir murat fısıldar evrene. Ve ardından sebepler sıraya girer. Varlık hırkasını giyerler; görünür olurlar, ete kemiğe bürünürler.

Kendini Bilmek: Benliği Aşmakla Mümkün

İkinci söz ise daha da derin bir irfana kapı aralar:
“Kendini bil, kendinden bilme!”

Burada çarpıcı bir paradoks yatar. Kendini bilmek… Evet, bu yüzyıllardır felsefenin, tasavvufun ve hikmetin ortak çağrısıdır. Lakin bu çağrı, bireyi bencilliğe değil, hiçliğe davet eder. "Ben" dediğin şey, nefsin kıyısındaki bir yansımadır yalnızca. Kendini bilmek, kendi sınırlarını, aczini, zayıflığını ve aslında faniliğini idrak etmektir.

Ama "kendinden bilme" uyarısı, işte burada devreye girer. Yani, sende var olan güzellikleri, başarıyı, kabiliyetleri sadece kendinden bilme! Bunlar sana lütfedilmiştir. İlahi bir el dokunmuştur sana; görünmeyen bir rahmet seni yoğurmuştur. O yüzden tevazu ile eğil başını. Varlığını, var edenin gölgesi gibi taşı. Gölgene bile malik olmadığını bilerek yürü.

İnsan ve Kudret Arasındaki Kutsal Bağ

Bu iki söz, aslında insanın kader ile ilişkisini, kudret ile bağını, benlik ile hiçlik arasındaki ince çizgiyi işaret eder. Ne her şey insanın elindedir, ne de hiçbir şey onun kontrolündedir. İnsan dua eder, murat eder. Ama o muradın ete kemiğe bürünmesi, daha büyük bir senfoninin parçasıdır. Sebepler yalnızca figürandır; yönetmen ise ilahi iradedir.

Ve kendini bilen kişi, bu senfoninin sadece bir notasını çaldığını fark eder. Ama o notayı en güzel şekilde icra etmekle yükümlüdür. Çünkü farkındalık, sorumluluk doğurur.


Son Söz: Tevekkül ve Tevazu

Hayatın bazen görünmeyen ama hissedilen bir matematiği vardır. Ne zaman gerçekten niyet edersek, bir şeyler yerli yerine oturur. Ama o noktada da kibir değil, şükür gerekir. Çünkü her şey muradımızın gerçekleşmesiyle değil, o muradın hakkımızda hayırlı olup olmadığını idrak etmekle anlam kazanır.

Öyleyse haydi, muratlarımızı kalpten geçirelim, sebeplerin varlık hırkasına bürünmesini izleyelim. Ve her daim kendimizi bilelim; ama kendimizden bilmeyelim. Devamı buradan 

Post a Comment

Daha yeni Daha eski