Açlığın Gölgesinde: İsrail Hapishanelerindeki Filistinli Esirler ve Adaletin Sessizliği

Açlığın Gölgesinde: İsrail Hapishanelerindeki Filistinli Esirler ve Adaletin Sessizliği

Doğunun rüzgârları, tarih boyunca insanlığın vicdanına dokunan acı hikâyeler taşımıştır. Bugün o rüzgâr, bir kez daha demir kapıların ardında, ışığı kesilmiş dar koridorlarda yankılanan bir gerçeği taşıyor: Filistinli esirlerin açlıkla sınanan yaşam mücadelesi. İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’in son haberi, bu sessiz çığlığın üzerindeki perdeyi aralıyor ve hem hukukun hem insanlığın kalbine yönelttiği sorularla dünyanın dikkatini sarsıyor.

Hukukun Emirleri, Açlığın Duvarları

İsrail Yüksek Mahkemesi, bir süre önce devletin mahkûmlara sağlıklı bir yaşamı sürdürebilecek miktarda gıda sağlamakla yükümlü olduğuna hükmetmişti. Bu karar, hukukun en yalın haliyle şunu söylüyordu:
“Hiçbir insan, kimliği ne olursa olsun, açlıkla terbiye edilemez.”

Ne var ki Haaretz’in aktardığına göre, bu hüküm kâğıt üzerinde bir vicdan sığınağı olarak kalmış; gerçek duvarların ardına ise ulaşamamıştı. Yaklaşık üç aydır cezaevlerinde herhangi bir iyileşme görülmediği, mahkûmlara verilen gıdanın asgari düzeyin dahi gerisine düştüğü ifade ediliyor.

Bu tespit sadece bir ihmalin değil, aynı zamanda insan onurunun tartışmaya açıldığı bir karanlığın göstergesi niteliğinde.

Sivil Toplumun Tanıklığı

İsrail Sivil Haklar Derneği ile Gisha örgütü, yaptıkları cezaevi ziyaretlerinde derinleşen bir krizin izlerine rastladı. Mahkûmların ifadesi nettir:
Uzayan açlık, zayıflayan bedenler, çökmekte olan bağışıklık sistemleri…

Bu, sıradan bir beslenme eksikliği değil; sistematik bir mahrumiyetin insan üzerinde bıraktığı ağır bir gölge. İki örgüt, tanıklıklarının ardından hukuki yolları zorlayarak Yüksek Mahkeme’ye başvurdu. Talepleri, hukukun ciddiyetini yeniden tesis etmeye yöneliyordu:
Cezaevleri Hizmetleri Komiseri Kobi Yaakobi’nin, mahkeme kararını uygulamadığı gerekçesiyle tutuklanması ya da para cezasına çarptırılması.

Bu adım, hem hukukun üstünlüğünün sınandığı hem de insan haklarının çıplak gerçeklikle yüzleştiği bir dönüm noktası olabilir.

Açlığın Anatomisi

Açlık, insan bedeninde sadece kas ve kemiklere değil, ruhun derinliklerine de saldıran sessiz bir işkence biçimidir.
Bir tutsak, günlerce süren gıda yetersizliğinin ardından yalnızca fiziksel zayıflık değil, zihinsel bulanıklık, depresyon ve hareket kabiliyetinde dramatik bir düşüş yaşar.

Bu durum uluslararası hukukta açıktan tanımlanmıştır:
“Aç bırakmak, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele kapsamında bir ihlaldir.”

Filistinli mahkûmların durumu, Haaretz’in haberine göre tam da bu tanımın merkezine oturuyor.

Uluslararası Hukukun Aynasında

Bir devletin, mahkûmlarına yeterli gıda sağlama yükümlülüğü, yalnızca iç hukukla değil; Cenevre Sözleşmeleri ve uluslararası insan hakları normlarıyla da güvence altına alınmıştır.
Bu çerçevede, açlıkla karşı karşıya bırakılan her mahkûm, uluslararası toplumun sorumluluk alanına giren bir vakadır.

Ancak dünyanın pek çok bölgesinde olduğu gibi burada da hukuk metinlerinin ağırlığı, siyasi ve güvenlik odaklı yaklaşımların gölgesinde kalabiliyor. Bu gerilim, bugün Filistinli esirlerin bedenlerinde ve ruhlarında somutlaşıyor.

Vicdanın Son Sığınağı

Her toplum, kendi adalet anlayışını en zor koşullarda sınar. İsrail hapishanelerinde yaşananlar, sadece bir ülkenin iç meselesi değil; insanlığın evrensel terazisinde ölçülen bir sınavdır.

Açlık, bir insanın özgürlüğünü elinden almanın ötesine geçen bir cezadır.
O, yaşamı hedef alan, umutları solduran, kimliğin en derin noktasına işleyen bir yara gibidir.

Bugün Filistinli mahkûmların anlattıkları, duvarların ardında sessiz bir “insan hakları alarmının” çaldığını gösteriyor. Bu alarmın duyulması, yalnızca Filistinlilerin değil, adaletin kendisinin korunması anlamına gelir.

Sonuç: Karanlığın İçinde Bir Kıvılcım Arayışı

Dünyanın pek çok yerinde adalet, bazen ağır adımlarla yürür; bazen de sessizliğin içinde kaybolur. Ancak gerçek şudur:
Bir insanı açlıkla sınamak, adaletin karanlık bir noktaya sürüklendiği anlardan biridir.

Haaretz’in haberi, uluslararası toplumun uzun süredir görmekte zorlandığı bir manzarayı yeniden gündeme taşıdı.
Bu manzara, vicdana seslenen bir çağrıdır:
Hiçbir mahkûm, hiçbir insan, hangi siyasi tartışmanın içinde olursa olsun, açlıkla baş başa bırakılmamalıdır.

İsrail Yüksek Mahkemesi’nin kararının uygulanması, yalnızca bir hukuki yükümlülük değil; insanlık değerlerinin yeniden hatırlanmasıdır.
Ve belki de tarihin bu ağır anında, bir toplumun en güçlü erdemi, en zayıf durumda olanı koruma cesaretiyle ölçülecektir.

TVNET 

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski