Birinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya, yıkımın küllerinden yeni bir düzen kurmaya çalışıyordu. 17 milyon insanın hayatına mal olan o büyük felaket, yalnızca şehirleri değil, insanlığın vicdanını da harabeye çevirmişti. Japonya, bu küresel çatışmada Müttefiklerin safında yer almış; savaş sonrası dönemde hızla güçlenen ekonomisi, artan sanayi üretimi ve uluslararası diplomatik hamleleriyle yükselen bir imparatorluk görüntüsü sergilemeye başlamıştı.
İmparator Taishō döneminde Japonya, Milletler Cemiyeti’ne katılmış, silahsızlanma konferanslarında barıştan yana bir aktör olarak sahneye çıkmıştı. Dışarıdan bakıldığında bu ülke, modernleşme ile barış arasında dengeli bir yol izliyordu. Ancak tarihin en karanlık gerçekleri çoğu zaman yüksek duvarların, resmî belgelerin ve bilim kisvesinin ardında saklanır.
Savaşın Gölgesi Yeniden Uzarken
1939 yılına gelindiğinde dünya bir kez daha felakete sürükleniyordu. Adolf Hitler’in Polonya’ya saldırısı, Avrupa’yı geri dönüşü olmayan bir şiddet sarmalına soktu. Kıtalar arası dengeler altüst olurken, Japonya da Asya’da kendi yayılmacı stratejilerini derinleştiriyordu. Mançurya işgaliyle başlayan süreç, Çin topraklarında sistematik bir işgal ve baskı düzenine dönüşmüştü.
İşte bu atmosferde, sessiz ama bilinçli bir karanlık büyümeye başladı.
Harbin’deki Sessizlik: Birim 731
Çin’in Harbin kenti yakınlarında, dış dünyaya sıradan bir askeri tesis gibi görünen bir yapı yükseldi. Resmî kayıtlarda burası, “salgın hastalıkları araştırma ve önleme merkezi” olarak tanımlanıyordu. Oysa gerçekte burası, insanlık tarihinin en korkunç deney merkezlerinden biri olacaktı: Birim 731.
Birim 731, biyolojik ve kimyasal silahlar geliştirmek amacıyla kurulmuştu. Ancak kullanılan yöntemler, bilimin değil, saf vahşetin ürünleriydi. Burada bilimsel ilerleme adına yapılanlar, insanlığın etik sınırlarını yerle bir etti.
Bu Karanlığın Mimarı: Dr. Shirō Ishii
Bu ölüm fabrikasının merkezinde tek bir isim vardı: Dr. Shirō Ishii. Eğitimli, zeki ve hırslı bir askeri doktordu. Mikrobiyolojiye olan ilgisi, onu biyolojik savaş fikrine yöneltmişti. Ishii’ye göre savaşın geleceği, görünmeyen düşmanlarda—bakterilerde, virüslerde ve salgınlarda—yatıyordu.
Japon ordusunun üst kademelerini ikna etmeyi başaran Ishii, neredeyse sınırsız yetkilerle donatıldı. Ona verilen bu güç, binlerce insanın hayatına mal olacaktı.
İnsan Deneyleri: Bilimin İhaneti
Birim 731’de çoğu Çinli siviller, Koreliler, Sovyet savaş esirleri ve hatta çocuklar üzerinde deneyler yapıldı. Denekler, birer numaraya indirgenmişti; onlara “insan” denmiyordu, “kütük” deniyordu.
Canlı canlı yapılan otopsiler, dondurularak organ hasarının incelenmesi, veba, şarbon ve kolera gibi hastalıkların bilinçli olarak bulaştırılması, patlama testleri, kimyasal gaz deneyleri… Tüm bunlar, anestezi olmaksızın gerçekleştirildi. Amaç, insan vücudunun sınırlarını görmekti; bedeliyse insanlığın onuruydu.
Bilim burada ilerlemedi. Bilim burada kirletildi.
Biyolojik Silahlar ve Sessiz Katliam
Birim 731’in çalışmaları yalnızca laboratuvarlarla sınırlı kalmadı. Çin’in çeşitli bölgelerinde biyolojik silahlar sahada denendi. Vebalı pireler köylere bırakıldı, su kaynakları bilinçli olarak zehirlendi. Salgınlar çıktı; binlerce insan, nedenini bile bilmeden öldü.
Bu ölümler ne bir cephe hattında yaşandı ne de bir savaş ilanıyla başladı. Sessizdi. Görünmezdi. Ve bu yüzden daha korkunçtu.
Savaş Sonrası Sessizlik ve Cezasızlık
İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, dünya Nazi kamplarının dehşetiyle yüzleşti. Ancak Birim 731 uzun süre karanlıkta kaldı. Bunun en büyük nedeni, Dr. Ishii ve ekibinin ABD ile yaptığı gizli anlaşmalardı.
Topladıkları deney verileri karşılığında, yargılanmaktan muaf tutuldular. Ne Tokyo Mahkemeleri’nde ne de başka bir uluslararası platformda gerçek anlamda hesap verdiler. Birçoğu savaş sonrası dönemde akademik kariyerlere, devlet görevlerine devam etti.
Adalet sustu. Tarih gecikti.
Bugünden Yarına Bir Uyarı
Birim 731, yalnızca Japonya’nın değil, tüm insanlığın ortak utancıdır. Bu hikâye bize şunu hatırlatır: Bilim, ahlaktan koparıldığında bir ilerleme aracı değil, bir yok oluş silahına dönüşür. Devlet gücü denetimsiz kaldığında, en karanlık fikirler “ulusal çıkar” adı altında meşrulaştırılabilir.
Bugün biyoteknoloji, yapay zekâ ve genetik mühendisliği çağında yaşıyoruz. Birim 731’in hayaleti, bize sürekli şu soruyu sormalıdır:
“Yapabiliyor olmamız, yapmamız gerektiği anlamına mı gelir?”
Tarih, unutanları affetmez. Hatırlayanlar ise insanlığı ayakta tutar.
