Toplumun sesine karışan bu tür çağrılar, insanın en özel kararlarını kalabalığın gölgesine bırakır. “Evliliği zorlaştıranlara karşı çözüm üretmek yerine durmadan çocuk yapın” gibi söylemler, bireyin kaderine dair kutsal alanı siyasileştiren, kişisel iradeyi toplumsal baskının ritmine mahkûm eden bir yaklaşımı işaret eder.
Evlilik nasıl bir zorunluluk değilse, çocuk sahibi olmak da bir “tepki”, bir “sayısal güç” ya da bir “politik mesaj” değildir. Çocuğun gelişi, hayatın en narin mucizesidir; sevgiyle örülmüş bir yuvanın, özgürce alınmış bir kararın, bilinçli bir sorumluluğun meyvesidir.
Böylesi bir çağrı, üç büyük tehlikeyi içinde taşır:
1. Çocuğu bir araç haline getirir
Oysa çocuk, bir ideolojinin dayanağı veya bir tartışmanın cevabı olamaz. Onun varlığı, insan doğasının en saf yankısıdır; amaç değil, aşktır, emanettir.
2. Aile kurumunu baskı altına alır
Zorlayıcı söylemler, evliliği de anneliği/babalığı da zedeler. İnsan, kendi içindeki sessiz dengeyi bulmadan aile kurmaya yönelirse, hem kendi ruhuna hem de dünyaya gelecek çocuğa haksızlık etmiş olur.
3. Toplumsal çeşitliliği tehdit eder
Her bireyin yaşam yolu farklıdır: evlenen de olur, evlenmeyen de; çocuk sahibi olan da olur, olmak istemeyen de. Bu çeşitlilik, toplumun zenginliğidir. Tek bir beklenti dayatmak, bu doğal armoniyi bozar.
Aile, baskıyla değil; özgür iradeyle, karşılıklı saygıyla, yaşamı birlikte büyütme arzusuyla doğar.
Çocuk ise bir meydan okuma değil, geleceğe açılan sevgi kapısıdır.
Bu nedenle, insanın mahrem kararlarını zorlayan söylemler yerine; özgürlüğü, bilinçli seçimleri ve her bireyin kendi yolculuğuna duyulan saygıyı yükseltmek gerekir.
