“Üzerinde düşündüğümüz, değer yargılarına vardığımız veya hayalini kurduğumuz şeyin gerçeğine dokunmaya başladığımızda mutlaka mükemmelliğinden kaybeder.”
Bazı şeyler, yalnızca uzaktan güzeldir.
Bir ressamın ilk fırça darbesi gibi…
Henüz şekillenmemiş, yoruma açık, umutla örülmüş bir düşünce gibi.
Hayal, zihnimizin en saf mecrasıdır.
Orada kusurlar silinmiş, renkler arıtılmış, insanlar idealleştirilmiştir.
Bir sevdayı düşünün… Başlamadan önceki hâli ne kadar da büyülüdür:
Konuşmalar akıcı, gülüşler tarifsiz, dokunuşlar mucize gibidir.
Ama temas başladığında; kelimeler tökezler, gülüşlerde yorgunluk, dokunuşlarda tereddüt baş gösterir.
İşte hayal, gerçeğin tenine dokunduğunda biraz eksilir.
Bu bir düş kırıklığı değildir; bu, insan olmanın şiiridir.
Çünkü hayal sınırsızdır ama gerçek sınırlıdır.
Zihnimiz uçarken, bedenlerimiz yere bağlıdır.
İşte bu çelişki, güzelliğin kırılganlığını doğurur.
Bir ev hayal edersiniz; bahçesinde zeytin ağaçları, duvarlarında huzur vardır.
Ama taşınırsınız ve elektrik faturasını görürsünüz.
Bu, düşüş değil; hayalin toprakla buluşmasıdır.
Belki de her şeyin bir miktar solması, o şeyi gerçeğe dönüştürür.
Çünkü mükemmellik, insana ait değildir.
Ne aşklar kusursuz yaşanır,
Ne de fikirler gerçeğe eksiksiz aktarılabilir.
Ama yine de hayal kurarız.
Çünkü hayal etmek, varoluşun en anlamlı sancısıdır.
Hayalin Yıkımı: Pessoa’nın Gölgesinde Düşün Gerçeğe Çarpması
“Her şey, hayal edildiğinde daha güzeldir. Gerçeklik, düşlerin solgun gölgesidir.”
— Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı
İnsan, doğası gereği tahayyül eder. Düş kurar, anlam yükler, geleceğe kendini bir mimar gibi yerleştirir. Ama her düş, hakikatin soğuk avuçlarına değdiğinde biraz eksilir; çünkü gerçek, hayalin en büyük ihaneti gibi davranır.
Fernando Pessoa, bu kırılgan geçişin şairidir. Onun satırlarında yaşam, bir düşle gerçeğin çarpışmasından doğan sarsıntıdır. Ne tam bir rüya kadar hafif, ne de tam anlamıyla gerçek kadar ağırdır.
Bir ara kat, bir iç ses, bir yarım kalmışlık…
Düş, Kendi Kendisini İnkâr Eden Bir Merdivendir
Pessoa’ya göre düş kurmak bir yükseliştir ama bu yükseliş, kendi zirvesinde yıkımı da barındırır. Çünkü düşün en güzel hali, gerçekleşmediği andır. Hayal ettiğimiz şehir, o şehirde yaşamaya başladığımızda anlamını yitirir. Sevdiğimiz yüz, bir gün yanımızda olduğunda eskisi kadar dokunaklı değildir.
Belki de insan, erişemediğine âşıktır. Ve eriştiği anda, aşk susar. Pessoa bunu şöyle fısıldar içimizde:
“Gerçek, düşü öldürmek için var.”
Gerçeğin Küf Tutmuş Aynası
Gerçek, her zaman somut değildir; bazen sadece hayalin yokluğudur. Pessoa’nın yazdığı gibi, insan ruhu o kadar karmaşıktır ki kendini bile bir hayal gibi yaşar. Ve ne zaman kendine yaklaştığını sansa, bir başkası olur. Kimlik, bir maske oyunudur. Düş, bu maskelerin altındaki tek sadakattir.
Ama ne acıdır ki, hayalin kendisi de bir yalandır. Ne gerçekle barışırız, ne hayalle doyarız. Pessoa’nın iç sesi bize şunu öğretir: huzursuzluk, yaşamın en samimi halidir.
Yıkımda Saklı Olan Estetik
Pessoa’ya göre güzellik, yıkımın kıyısında gezinir. Hayal kurarız çünkü hakikati kaldıramayız. Gerçekle yüzleştiğimizde ise geri dönmek isteriz. Ama artık ne o hayal aynıdır, ne de biz o eski düşçüleriz.
Bu yüzden Pessoa’nın dili, bir sığınaktır. Çünkü onda her şey mümkündür ama hiçbir şey tamamlanmaz.
Düş, tamamlandığı an ölür.
Ve biz, her yeni sabah, biraz daha eksilerek yeniden düş kurarız.
Sonuç: Pessoa’nın Göğsünde Bir Sığınak
Fernando Pessoa, bize huzuru vaat etmez. Onun metinleri, bir sarsıntının içinde var olmanın şifresidir.
O der ki:
“Hayal et. Ama bil ki, her düş kırılır.”
Ve biz, Pessoa’nın gölgesinde yürürken şunu anlarız:
Hayalin gerçeğe çarpması bir yıkım değil, bir uyanıştır.
Çünkü bazen kırılan şeylerde parıldar en sahici ışık.
Son söz:
Hayallerinizi sevin.
Ama onların gerçeğe dönüşme sancılarına da saygı duyun.
Çünkü her düş, yere düştüğünde bir tohuma dönüşür.
Ve toprak, hayali tanımasa da büyütmesini bilir.
Yorum Gönder