Filistin hükümetinin verdiği bilgilere göre, İsrail’in Gazze’de düzenlediği son hava saldırısı, El-Şifa Tıp Merkezi yakınlarında gazetecilerin haber takibi için kullandığı bir çadırı hedef aldı. Bu saldırıda, El Cezire muhabirleri Enes el-Şerif ve Muhammed Karakiya’nın da aralarında bulunduğu beş gazeteci yaşamını yitirdi.
Gazeteciler, çatışmaların ortasında sivillerin yaşadığı acıları, yıkımı ve insanlık dramını dünyaya duyurmak için oradaydılar. Ancak bir kez daha, “haber alma hakkı”nın bedeli, can oldu.
Savaşta Haberci Olmak: Riskin Ötesinde Bir Görev
Gazze, uzun zamandır savaş muhabirlerinin dünyanın en tehlikeli bölgelerinden biri olarak gördüğü bir coğrafya. Ancak son yıllarda, çatışma bölgelerinde çalışan gazeteciler sadece “çatışmanın yan etkisi” olarak değil, doğrudan hedef alınan figürler hâline geldi. Uluslararası hukuk, özellikle Cenevre Sözleşmeleri, gazetecilerin siviller gibi korunması gerektiğini açıkça belirtir. Buna rağmen, Gazze’de yaşananlar bu hukuki güvencelerin ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
El-Şifa Tıp Merkezi’nin Gölgesinde
El-Şifa Tıp Merkezi, Gazze’nin en büyük sağlık kuruluşu olarak, hem yaralıların hem de haber peşinde koşan muhabirlerin uğrak noktası. Saldırının bu bölgeye yapılması, yalnızca gazetecileri değil, tedavi bekleyen hastaları ve sağlık personelini de doğrudan riske attı. Bu durum, savaşta sağlık merkezlerinin ve basın mensuplarının korunması ilkesinin açık ihlali olarak değerlendiriliyor.
Sessizleştirilen Tanıklar
Enes el-Şerif ve Muhammed Karakiya, yıllardır bölgede yaşananları, yıkımı, ölümleri ve hayatta kalma mücadelesini dünyaya aktaran isimlerdi. Onların kaybı, yalnızca El Cezire’nin değil, tüm insanlığın tanıklık gücünün zayıflaması anlamına geliyor. Bir gazeteci öldüğünde, onun kamerası, kalemi ve sesi susturulmuş olur; ama aynı zamanda gerçeğin bir parçası da karanlığa gömülür.
Uluslararası Tepki ve Sorumluluk
Gazze’deki bu saldırı, basın özgürlüğü ve savaş hukuku açısından kritik bir kırılma noktasıdır. Uluslararası toplum, gazetecilere yönelik saldırıların “kaçınılmaz savaş kaybı” olarak görülmesine izin veremez. Aksi hâlde, savaş alanlarında gerçekleri öğrenmek imkânsız hâle gelir.
Beş gazetecinin ölümü, sadece bireysel trajediler değil; gerçeğin üzerinin örtülmesidir. Basın mensupları, halkın gözü ve kulağıdır. Onlar susturulursa, hakikat de susturulur. Gazze’deki bu saldırı, hafızalara sadece bir savaş suçu olarak değil, insanlığın suskunluğunun simgesi olarak da kazınacaktır.
Geçmişteki Benzer Saldırılar
2022 – Shireen Abu Akleh Olayı: El Cezire muhabiri Shireen Abu Akleh, Batı Şeria’da görev sırasında İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti. Olay hâlâ uluslararası soruşturmaların gündeminde.
2014 – Gazze Savaşı: Birçok uluslararası basın mensubu, İsrail saldırılarında hayatını kaybetti veya yaralandı. Saldırılar sırasında medya binaları da hedef alındı.
Irak (2003): ABD’nin Bağdat’taki Filistin Oteli’ne düzenlediği saldırıda Reuters ve Al Jazeera çalışanları öldü; olay savaş muhabirleri için bir dönüm noktası oldu.
Bu örnekler, savaş alanlarında gazetecilerin hedef alınmasının yeni bir olgu olmadığını; ancak cezasızlık kültürünün bu tür eylemleri cesaretlendirdiğini gösteriyor.
Uluslararası Tepkiler ve Diplomatik Yankılar
Saldırının ardından birçok uluslararası basın kuruluşu ve insan hakları örgütü sert açıklamalarda bulundu. El Cezire Medya Ağı, muhabirlerinin ölümünü “kasıtlı bir saldırı” olarak niteledi ve İsrail’i uluslararası mahkemelere taşıyacaklarını duyurdu.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), olayın bağımsız bir uluslararası soruşturmaya tabi tutulması çağrısında bulunarak, “Gazetecilere yönelik saldırılar sadece basın özgürlüğüne değil, halkın bilgi alma hakkına da saldırıdır” ifadelerini kullandı.
Uluslararası Af Örgütü ise, “Gazeteciler hedef alınamaz. Bu saldırı, savaş suçu teşkil edebilir” açıklamasını yaptı.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin sözcüsü, saldırının “derin endişe” ile karşılandığını ve tüm tarafların uluslararası hukuka uyması gerektiğini belirtti. Ancak birçok gözlemci, bu açıklamaların pratikte bir yaptırıma dönüşmediğini vurguluyor.
Diplomatik Sessizlik ve Çifte Standart Tartışması
Olay, uluslararası ilişkilerde çifte standart eleştirilerini yeniden gündeme getirdi. Bazı Batılı hükümetler, saldırıyı kınamaktan kaçınırken, bu tavır uluslararası hukukun tarafsızlığı konusunda soru işaretleri yarattı.
Birçok uzman, güçlü devletlerin müttefiklerini uluslararası hukukun dışında tutma eğiliminin, savaş suçlarının cezasız kalmasına yol açtığını belirtiyor.
Uzun Vadeli Etkiler: Susturulan Gazze Tanıkları
Bu saldırı, Gazze’de sahadan haber geçebilecek bağımsız gözlerin sayısını daha da azaltabilir. Zira gazeteciler, can güvenliklerinin kalmadığı bir ortamda çalışmakta zorlanacak, bazı medya kuruluşları ise bölgedeki faaliyetlerini askıya alabilecektir.
Bu durum, savaşın en karanlık sonuçlarından birini doğurur: Gerçeğin tamamen karartılması. Çünkü savaş alanında ne kadar az tanık kalırsa, yaşananların inkâr edilmesi o kadar kolaylaşır.
Hakikatin Peşinde Bedel Ödeyenler
Enes el-Şerif ve Muhammed Karakiya, yalnızca birer gazeteci değildi; halklarının hikâyesini dünyaya taşımak için hayatlarını ortaya koyan, gerçeği korumayı onur sayan insanlardı. Onların ölümü, birer birey olarak değil, hakikatin bedelini ödeyen semboller olarak hatırlanacak.
Sonuç olarak, Gazze’de El-Şifa Tıp Merkezi yakınında yaşanan bu saldırı, uluslararası hukukun ihlali, basın özgürlüğüne yönelik doğrudan bir tehdit ve insanlığın sessizliğinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Bu olayın unutulmaması, yalnızca gazeteciler için değil, gerçeğin tarafında olan herkes için bir vicdan borcudur.