İsrail Halkının Sessizliği: Netanyahu’nun Politikaları Karşısında Tarihî Bir Sorumluluk
Ortadoğu’nun kalbinde süregelen trajedi, yalnızca hükümetlerin kararlarıyla değil, halkların suskunluklarıyla da şekilleniyor. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Gazze’de yürüttüğü politikalar, yüzlerce masum çocuğun açlıktan ölmesine sebep olurken, bu ölümler sadece siyasi bir liderin omuzlarına yazılmıyor. Aynı zamanda, sessiz kalan toplumun vicdanına da kazınıyor.
Sessizliğin Suçu
Demokrasilerde iktidar, halkın onayıyla var olur. Netanyahu iktidarını sürdürüyorsa, bunun arkasında doğrudan ya da dolaylı bir toplumsal rıza vardır. Bu rıza yalnızca sandıkta değil, sokakta da gösterilen sessizlikle, yani itiraz etmeyerek de verilir. Dolayısıyla Gazze’de açlıktan ölen her çocuk, İsrail halkına da bir sorumluluk yüklemektedir.
Tarihî Yük ve Ortaklık
Geçmiş yüzyıllar bize, sessiz kalan toplumların nasıl büyük felaketlerin ortağı olduğunu defalarca hatırlattı. Bugün İsrail halkı, Gazze’deki insani felaket karşısında ya tarihe “seyirci kalan toplum” olarak geçecek ya da zulme karşı sesini yükselten bir halk olarak anılacak. Seçim onların ellerinde.
İnsanlığın Vicdanı
Bu mesele yalnızca İsrail’in iç politikası değil, insanlığın vicdanıyla da ilgilidir. Açlıktan ölen her çocuk, uluslararası hukukun çiğnendiğinin ve insanlık onurunun ayaklar altına alındığının en acı göstergesidir. İsrail halkı eğer bu gidişatı değiştirmezse, yalnızca bugünün değil, yarının da yükünü taşımak zorunda kalacaktır.
Çıkış Yolu: Toplumsal Duruş
Çözüm, İsrail halkının insani bir tavır alabilmesinden geçiyor. Netanyahu’nun politikalarına karşı kitlesel bir toplumsal tepki doğmadığı sürece, Gazze’deki çocukların çığlıkları susturulamayacak. Bu tepki, yalnızca siyasi bir zorunluluk değil; ahlaki, insani ve tarihî bir görevdir.
Gazze’de yaşanan dram, insanlık tarihine kara bir leke olarak düşmektedir. Çocukların açlık ve yokluk içinde hayata veda etmesi, sadece bir coğrafyanın değil, bütün dünyanın utancı olmalıdır. Ancak bu trajedinin en yakıcı sorumluluğu, Netanyahu hükümetinin halk tarafından sessizlikle desteklenmesinden doğmaktadır.
Sessizliği Bozmak Bir Zorunluluk
İsrail halkı, yıllardır süregelen politikaları görmezden gelerek aslında kendi geleceğini de karartmaktadır. Sessiz kalan her birey, “bizim elimizden bir şey gelmez” diyerek sorumluluktan kaçamaz. Çünkü tarihin öğrettiği en önemli derslerden biri şudur: Sessizlik, zulmün en güçlü ortağıdır.
Gazze ve İnsanlığın Kaderi
Bugün Gazze’de yaşanan insani felaket, sınırların ötesine geçen bir dramdır. İsrail halkı yalnızca kendi hükümetini değil, aynı zamanda insanlığın geleceğini de etkilemektedir. Çocukların açlıktan ölmesine göz yummak, insanlığın ortak vicdanını öldürmek demektir. Ve unutulmamalıdır ki, insanlığın vicdanı öldüğünde, geriye yalnızca kin ve nefretle örülü bir gelecek kalır.
Uluslararası Kamuoyunun Görevi
Bu noktada sadece İsrail halkı değil, uluslararası toplum da sorumluluk taşımaktadır. Dünyanın sessizliği, tıpkı İsrail halkının sessizliği gibi zulmü beslemektedir. Birleşmiş Milletler, insan hakları örgütleri, büyük devletler; hepsi bu sessizlik zincirinin bir halkası hâline gelmiştir. İsrail halkının atacağı her insani adım, dünyaya da güçlü bir mesaj olacaktır: “Biz bu zulmün parçası değiliz.”
Tarihî Bir Kavşak
Netanyahu’nun politikaları karşısında İsrail halkı iki yoldan birini seçmek zorunda:
- Ya sessizliğe devam ederek açlıktan ölen her çocuğun ölümüne ortak olacak,
- Ya da insanlık onurunun yanında durarak geleceğe adaletli bir miras bırakacak.
Tarih, bu tercihi not edecektir. Sessiz kalmak, hiçbir zaman masumiyet anlamına gelmemiştir.