Bir ülke yanıyor…
Afrika’nın kalbinde, Nil’in iki yakasında bir ülke kan ağlıyor. Sudan, yalnızca kendi iç hesaplaşmasının değil, küresel güçlerin gölgelerinin de savaş meydanı hâline geldi.
Yıkılan şehirler, susan dualar, gökyüzünü saran duman… Bu manzaranın ortasında yankılanan bir soru var:
“Sudan’daki katliamın ardında İsrail’in parmağı var mı?”
Kanın jeopolitiği
Bugün Sudan’daki çatışma yalnızca ordu ile milis güçler arasında değil; aynı zamanda bölgesel çıkarların, enerji hatlarının, ideolojik ve stratejik dengelerin çatışması.
Sudanese Armed Forces (SAF) ve Rapid Support Forces (RSF) arasında süregelen kanlı savaş, dış güçlerin desteğiyle giderek karmaşık bir hâl aldı.
Mısır, İran ve Rusya ordunun yanında yer alırken; BAE, Libya ve bazı Batı Afrika bağlantıları RSF’yi destekliyor.
Bu güç oyununun ortasında, İsrail ismi zaman zaman bir fısıltı gibi yükseliyor.
İddiaların doğuşu
Uluslararası bazı medya kuruluşları, RSF’nin kullandığı ekipmanlarda İsrail menşeli parçalara rastlandığını öne sürdü.
Bazı analistler, RSF’nin sivillere yönelik saldırı taktiklerini, İsrail ordusunun Gazze’de uyguladığı yöntemlerle benzeştiriyor.
“Yoğun bombardımanla sivil bölgeyi askeri hedefe dönüştürme”,
“yardım koridorlarını kapatma” gibi benzerlikler, kamuoyunda “İsrail modeli” tartışmalarını doğurdu.
Ancak bu iddialar henüz doğrulanmadı.
Birleşmiş Milletler, insan hakları örgütleri ve bağımsız gözlemciler, İsrail’i doğrudan katliamın faili olarak göstermedi.
Elde olan veriler, yalnızca dolaylı bağlantılar ve taktiksel benzerlikler düzeyinde.
İsrail’in çıkar penceresi
İsrail’in Sudan’a ilgisi yeni değil.
2020’de imzalanan Abraham Anlaşmaları sonrası Tel Aviv ile Hartum arasında ilişkiler normalleşme sürecine girdi.
Kızıldeniz hattı, Afrika ticaret yolları ve İran etkisini sınırlama arzusu, İsrail’in Sudan’a bakışında stratejik bir derinlik oluşturdu.
Bu nedenle İsrail, doğrudan sahada olmasa da, bölgesel dengeyi şekillendiren bir gözlemci konumunda.
Bir başka ifadeyle:
İsrail bu yangının ateşini yakmamış olabilir,
ama ateşin yönünü dikkatle izliyor.
Gerçeğin sessiz tanıkları
Uluslararası toplumun çağrılarına rağmen, Sudan’da sivil ölümleri sürüyor.
BM raporlarına göre, 2024’ten bu yana on binlerce insan yaşamını yitirdi; yüz binlerce kişi evsiz kaldı.
Kadınlar ve çocuklar, savaşın en ağır yükünü taşıyor.
Ve tüm bu acının ortasında, dünya yine üç maymunu oynuyor: Görmüyor, duymuyor, konuşmuyor.
Hakikat ince bir çizgidir
Bu noktada dikkatli olmak gerekir.
Bir ülkeyi, bir halkı veya bir devleti kanıt olmadan suçlamak, hem uluslararası hukuk hem de tarih önünde sorumluluk gerektirir.
Evet, İsrail yapımı sistemlerin izlerine rastlanmış olabilir.
Evet, bazı taktiksel benzerlikler dikkat çekici olabilir.
Ama bunlar tek başına “İsrail katliam yaptı” sonucunu doğurmaz.
Hakikat, duygunun değil kanıtın omuzlarında yükselir.
İleriye bakan bir vicdan çağrısı
Sudan’daki trajedi, sadece Afrika’nın değil, insanlığın vicdanına düşen bir lekedir.
Bugün hangi ülke, hangi güç, hangi çıkarla hareket ederse etsin,
ölmekte olan bir çocuğun sessizliği hiçbir politikanın malzemesi olamaz.
İsrail, BAE, Mısır, Rusya ya da başka bir güç fark etmez —
Sudan topraklarında her damla kan, insanlığın ortak kaybıdır.
Belki de artık sormamız gereken soru şu:
“Kim yaptı?” değil,
“Kim durduracak?”
Tarih, sadece silahların değil, suskunlukların da hesabını sorar.
Sudan’da yaşananlar, çağımızın karanlık aynasıdır.
Ve o aynaya bakan herkes, kendi yüzündeki sorumluluğu görmelidir.
Sudan’daki Katliam ve İsrail Parmak İzi: Sessiz Kıtanın Üzerine Düşen Gölge
Afrika’nın kalbinde bir ülke, Sudan… Yıllardır kan, açlık ve yoksullukla anılan bu topraklar, bugün yeniden bir küresel hesaplaşmanın merkezinde duruyor. Gökyüzünde uçan insansız hava araçlarının, çölde yankılanan silah seslerinin ardında sadece yerel bir iç savaş değil, büyük güçlerin gölgesi var. Bu gölgelerden biri ise, her zamanki gibi, sessiz ama derin bir şekilde İsrail’e ait olabilir.
Sudan’ın Karanlık Çıkmazı
2023’te patlak veren iç savaş, Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) arasında başlamıştı. Ancak kısa sürede bu çatışma, sadece bir iktidar mücadelesi olmaktan çıktı; etnik temizlik, sivillere yönelik saldırılar ve insani felaket boyutuna ulaştı. Hartum’dan Darfur’a uzanan kan hattı, Afrika’nın en büyük trajedilerinden birine dönüştü.
Gözlemciler, çatışmanın “saf” bir iç savaş olmadığını, dış desteklerin bu yangını büyüttüğünü söylüyor. İşte burada İsrail ismi, hem bölgesel hesaplar hem de stratejik çıkarlar bağlamında karşımıza çıkıyor.
İsrail’in Sudan’daki Stratejik Hesabı
İsrail, uzun süredir Afrika Boynuzu ve Kızıldeniz çevresinde etkisini artırma çabasında. Çünkü bu bölge, ticaret yolları ve enerji nakil hatları açısından stratejik bir kavşak noktası. Sudan ise hem jeopolitik hem de dini anlamda kritik bir ülke: Arap dünyasıyla Afrika’yı birbirine bağlayan köprü.
Tel Aviv’in geçmişte Sudan yönetimiyle gizli temaslar yürüttüğü biliniyor. Normalleşme süreci çerçevesinde 2020’de atılan diplomatik adımlar, İsrail’in Sudan üzerinde nüfuz kurma niyetini açıkça ortaya koymuştu. Ancak bu sürecin ardından ülkede kaosun derinleşmesi, birçok analiste göre “dış müdahalenin” bir sonucu.
Bazı raporlar, RSF’ye dolaylı olarak silah ve istihbarat desteği sağlandığını, bu hattın Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden yürütüldüğünü iddia ediyor. Bu durum, İsrail’in dolaylı bir “arka plan aktörü” olduğu tezini güçlendiriyor.
Kızıldeniz Denklemi ve İsrail’in Güvenlik Algısı
İsrail açısından Sudan, sadece bir Afrika ülkesi değil; Kızıldeniz’in güvenlik zincirindeki en zayıf halka. İran destekli unsurların bu bölgeye sızma olasılığı, Tel Aviv için büyük bir tehdit olarak görülüyor. Bu nedenle İsrail, Sudan’daki istikrarsızlığı kendi güvenlik stratejisinin bir parçası olarak okuyor.
Kimi uzmanlara göre İsrail, Sudan’da “kontrollü kaos” stratejisini destekleyerek, hem İran’ın nüfuzunu sınırlamak hem de Afrika’da yeni bir güvenlik hattı kurmak istiyor. Ancak bu strateji, binlerce masumun hayatına mal oluyor.
Türkiye’nin Sessiz Ama Duyarlı Tavrı
Türkiye, Sudan’daki gelişmeleri yakından izliyor. Ankara, her zaman olduğu gibi, krizin çözümünde diplomasi ve insani yardımın öncelikli olduğunu vurguluyor. Türkiye’nin Sudan’daki halkla tarihsel ve kültürel bağları, bu durumu sıradan bir dış politika meselesi olmaktan çıkarıyor.
Ancak Ankara, İsrail’in veya diğer Batılı aktörlerin bölgedeki müdahaleci politikalarına karşı açık bir eleştiri dili geliştirmeye hazırlanıyor gibi. Çünkü Sudan sadece Afrika’nın değil, Müslüman dünyanın da onur sınavıdır.
Sonuç: Bir Milletin Sessiz Feryadı
Sudan’da yaşananlar, sadece iç dinamiklerin sonucu değildir. Bu, çıkar savaşlarının, ideolojik hesapların ve jeopolitik oyunların bir yansımasıdır. İsrail’in dolaylı etkisi, bu trajediyi daha da karmaşık hale getiriyor.
Ancak unutulmamalıdır ki:
Bir ülkenin yıkımı, başka bir ülkenin güvenliği olamaz.
Bir halkın acısı, bir stratejinin aracı haline getirilemez.
Sudan, insanlığın vicdan testidir. Ve bugün bu testten geçen sadece Sudanlılar değil, tüm dünya.
