Sömürgecilik Ateşinin Yakıldığı Topraklar

Sömürgecilik Ateşinin Yakıldığı Topraklar

 

Fransa’nın modern dünya sahnesinde kendine biçtiği rol; demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüğün taşıyıcısı olmak… Ancak tarih, çoğu zaman ulusların üzerine sürdükleri bu parlak boyayı kazıdığında altından acı, sömürgecilik ve baskı çıkar. Cezayir’in yaşadığı tarihsel travma, işte tam da bu kazınmış katmanların ardında saklanan gerçek yüzün ifşa edilişidir.


Sömürgecilik Ateşinin Yakıldığı Topraklar

1830’dan itibaren Fransa, Cezayir’i yalnızca işgal etmekle kalmadı; ülkenin kimliğini, kültürünü ve ekonomisini sömürgesel bir mühendisliğin içine hapsetti. Topraklar Fransız yerleşimcilere pay edildi, yerli halk ikinci sınıf statüsüne indirildi. Eğitimden yönetime kadar her şey, Cezayirliyi kendi vatanında yabancı kılacak şekilde yeniden düzenlendi.

Bu baskı düzeni bir asırdan fazla sürdü. Ama hiçbir sömürge sonsuza dek boyun eğdirmeyi başaramadı.


1954: Kıvılcımın Alev Oluşu

1 Kasım 1954 gecesi Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN), bağımsızlık savaşını başlattığında Fransa’nın tepkisi, tarihin utanç verici sayfalarına kazınacak türdendi. Savaş, yalnızca silahlı bir çatışma değil; bir halkın özgürlüğe yürüyüşüydü.

Bu yürüyüş, ağır bir bedel ödenerek gerçekleşti:

  • Köyler yakıldı,
  • Siviller kitlesel cezalandırmalara uğradı,
  • İşkence sistematik bir devlet politikası oldu,
  • Milyonlarca insan toplu göç ve kamplara zorlandı.

Tarihçilerin önemli bir kısmı, 1954–1962 arasında 1 milyona yakın Cezayirlisinin hayatını kaybettiğini, yüz binlercesinin ise sakat bırakıldığını ifade ediyor. Bu rakamlar, sadece istatistik değil; her biri bir yaşamın son nefesi, bir ailenin yüreğine düşen ateş


Paris’in Suskunluğu, 

Fransa, bugün dahi bu dönemin gerçekleriyle yüzleşmekten kaçınırken; Cezayir halkı, her yıl 5 Temmuz’da bağımsızlığını kutlarken şehitlerini de anıyor. Çünkü onların hafızasında:

  • Her evin bir kaybı,
  • Her sokak duvarının bir hikâyesi,
  • Her gözde bir yas var.

Bu yas, sömürgeciliğin karanlık yüzüne karşı direncin en büyük belgesidir.


Sessizlik Duvarlarını Yıkan Hakikat

Fransa’nın insan hakları söylemi ile Cezayir’de bıraktığı iz arasındaki uçurum, bir ahlaki muhasebe çağrısıdır:

Özgürlüğü savunduğunu iddia eden bir devlet, neden başka bir halkın özgürlüğünü söndürmeye çalıştı?

Bu sorunun cevabı, emperyalizmin değişmeyen mantığında saklıdır:
Ekonomik çıkarın olduğu yerde vicdan susturulur.

Bu gerçek, yalnızca Cezayir’e değil, Ruanda’dan Vietnam’a kadar birçok coğrafyaya acı bir miras bıraktı.


Bağımsızlık: Kanla Yazılmış Bir Zafer

1962’de Cezayir, nihayet özgürlüğünü ilan etti. O ilan:

  • Yıkılmış şehirlerin,
  • Toprağa düşmüş şehitlerin,
  • Gözyaşları dinmemiş anaların
    kanla mühürlediği bir bağımsızlıktı.

Bu zafer, yalnızca bir ülkenin kurtuluşu değil; insanlığın zulme karşı kazandığı bir onur mücadelesi olarak tarihte yer aldı.


Tarihin Aynasında Bir Çağrı

Bugün dünya, sömürgecilik sonrası bir çağda yaşadığını iddia ediyor. Ancak geçmişin gölgeleri hâlâ kaybolmuş değil. Adalet, ancak hakikatle buluştuğunda mümkündür. Bu yüzden:

  • Tarih örtülmemeli,
  • Suçlar inkâr edilmemeli,
  • Hafızalar karartılmamalıdır.

Çünkü Cezayir’in hikâyesi, insanlığa şu sonsuz dersi verir:

“Hiçbir güç, özgürlüğü sonsuza dek esir tutamaz.
Zulüm ne kadar derin olursa olsun,
bir halkın bağımsızlık arzusu ondan daha derin kök salmıştır.”


Gerçek yüz, eninde sonunda ortaya çıkar.
Ve o yüz, kendi vicdanıyla hesaplaşmadan özgürleşemez.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski