Batı Şeria, tarihin tortularını taşıyan kadim bir toprak…
Her tepenin ardında bir hikâye, her vadide bir çığlık, her gölgede bir bekleyiş var.
Ve bugün, bu bekleyiş yeniden bir şiddet dalgasının ağır gölgesiyle kararıyor.
Yerleşimci saldırıları, aylardır devam eden gerginliklerin üzerine keskin bir bıçak gibi iniyor; köyleri tarıyor, zeytinlikleri yakıyor, sokakları sessizliğe mahkûm ediyor. Bir zamanlar dünyanın unuttuğunu sandığı Batı Şeria, şimdi yeniden bir yangın çizgisine dönüşmüş durumda. Middle East Eye’ın genişletilmiş analizlerinde de vurgulandığı gibi, bu şiddet artık münferit bir olaylar silsilesi değil; sistematik bir yükselişin, yılların politik yapısının ve kökleşmiş bir cezasızlık kültürünün dışavurumu.
Cezasızlığın Gölgesinde Büyüyen Bir Öfke
Hakikat çoğu zaman sessizdir; ancak burada sessizliği bile yaralayan bir gerçek var:
Yerleşimci saldırıları yıllardır cezai yaptırımların gölgesinden kaçıyor, bir üst otoritenin koruyucu sessizliğiyle güçleniyor. Bu cezasızlık, zamanla bir kabullenmeye, ardından bir gövde gösterisine dönüşüyor. Artık saldırılar yalnızca mülke zarar vermekle kalmıyor; doğrudan sivilleri hedef alan, hayatı durduran, insanları kendi topraklarında misafir gibi hissettiren bir hal alıyor.
Gözlemciler, İsrail ordusu ile yerleşimciler arasındaki muğlak sınırın giderek silindiğini belirtiyor. Bu belirsizlik, saldırıların bir kısmının askerlerin gözü önünde gerçekleştirilmesiyle daha da görünür hâle geliyor.
Köyler Arasında Yükselen Çığlık
Özellikle Ramallah, Nablus ve El-Halil bölgelerinde köyler ağır baskı altında.
Zeytin hasadı —Filistin kültürünün binlerce yıllık ritüeli— artık bir bayram değil, bir korku takvimine dönüşmüş durumda. Çiftçiler, yüzyıllardır atalarından kalan topraklara adım atarken bile endişe taşıyor.
Her bir saldırı, yalnızca bir hanenin değil, bir halkın hafızasının yeniden yaralanması anlamına geliyor.
Çocuklar geceleri korkuyla uyanıyor; analar, evlerinin etrafına sıralanan silahlı yerleşimcilere bakarken dua ile sabır arasında ince bir çizgide duruyor.
Uluslararası Sessizlik ve Kırılgan Gelecek
Dünya sahnesi çoğu zaman bu sesi geç duyuyor.
Diplomatik koridorlarda yankılanan açıklamalar, sahadaki acının hafifliğine dokunamıyor.
Oysa Batı Şeria’da bugün yükselen gerilim, yalnızca iki taraf arasında sıkışmış bir çatışmanın değil; küresel barış mimarisinin kırılganlığının da bir hatırlatıcısı.
Uluslararası hukuk uzmanları, yerleşimci saldırılarını “devlet dışı aktörlerin teşvik edilen şiddeti” olarak tanımlarken, bunun ileride daha büyük bir bölgesel kırılganlığın habercisi olabileceğini vurguluyor.
İnsan Onurunun Sessiz Direnişi
Tüm bu karanlığa rağmen, Filistinlilerin direnişi hâlâ sessiz ama köklü bir ırmak gibi akıyor.
Topraklarına tutunan çiftçiler, korku duvarlarına rağmen okuluna gitmeye çalışan çocuklar, evini yeniden inşa eden babalar…
Hepsi, insan onurunun en saf hâliyle ayakta durduğunu gösteriyor.
Yerleşimci şiddetinin tırmanması, bu halkın iradesini kırmak için atılan her adımın karşısında yeni bir dayanıklılık örüyor.
Çünkü Filistin’de hayat, her darbeye rağmen yeniden filizlenmeyi biliyor.
Sonuç: Derinleşen Bir Krizin Eşiğinde
Bugün Batı Şeria’da yaşananlar yalnızca bir güvenlik meselesi değildir.
Bu, adaletin, eşitliğin ve insanlık onurunun yeniden sorgulandığı bir dönemin trajik aynasıdır.
Yerleşimci şiddeti her geçen gün daha örgütlü, daha cesur ve daha görünür hâle geliyor. Eğer uluslararası toplum bu karanlığı görmezden gelmeye devam ederse, bölge çok daha derin bir uçuruma sürüklenebilir.
Fakat her karanlığın içinde bir ışık aramak da insanlığın özüdür.
Filistinli ailelerin dirayetinde, bölgedeki barış savunucularının çabalarında, dünyanın dört bir yanından yükselen adalet çağrılarında bu ışık hâlâ yanıyor.
Ve belki de bir gün, bu yanan küçük ışıklar birleşip büyük bir sabaha dönüşecek.
