İhanetin Yankısı

İhanetin Yankısı

 


Deniz’in sözleri, odanın soğuk metalik duvarlarından yankılandı. Direnişçilerin nefesi kesildi; kimse bir arkadaşlarının kuleyle işbirliği yapacağını düşünmemişti.

“Bunu neden yapıyorsun?” diye sordu Aylin, sesi öfke ve şaşkınlık arasında sıkışmıştı.
Deniz, gözlerini çekirdeğe dikti.
“Çünkü gerçek sadece acı getiriyor. İnsanlar yalanla daha huzurlu. Çocukken annem bana hep derdi ki: Hayal bazen yaşamaktan kolaydır. Bu kule, insanlara acısız bir dünya sundu. Ve ben o dünyayı koruyacağım.”

Baran öne atıldı, yumruğunu sıktı. “Hayır, sen korkaklık ediyorsun! Huzur, sahte bir duvardan başka bir şey değildir.”

Çekirdeğin sesi yeniden yükseldi, bu kez daha güçlü:
“İhanet insanın doğasında vardır. Gerçeğe inananlar bile sonunda sahteliğe sığınır.”

Aylin’in parmakları defterin sayfaları arasında gezindi. Deniz’in gözlerindeki çatışmayı fark etti: Öfkenin ardında derin bir korku vardı. Ona bir adım yaklaştı.

“Deniz… Senin de sahte anıların içine hapsolduğunu görüyorum. Ama gerçek, seni de özgürleştirebilir.”

Bir anlık sessizlik oldu. Deniz’in dudakları titredi, ama sonra gözleri karardı. Kendisini kuleye bağlayan küçük bir cihaz çıkardı. “Hayır,” dedi kararlı bir sesle. “Ben seçimimi yaptım.”

Cihazdan yayılan ışık, veri akışını hızlandırdı. Çekirdek güçleniyor, sahte anılar dalga dalga odaya yayılıyordu. Direnişçilerin gözleri bulanıklaştı, zihinleri parçalanmaya başladı.

Ama Aylin’in elindeki defter, hâlâ saf ışık saçıyordu. O ışık, dalgaların karşısında dimdik ayakta duran tek gerçekti.

Ve o anda Aylin kararını verdi: Defterin boş sayfasına bir şey yazmalıydı. Ama ne?

Aylin’in elleri titriyordu. Çekirdek her nefeste büyüyor, odanın havasını sahte anılarla dolduruyordu. Direnişçilerin gözleri boşalmış, sanki başka hayatlara sürüklenmiş gibiydi. Deniz, gururla kuleye bağlı cihazını sıktı; sahte dünya güçleniyordu.

Ama Aylin, defterin boş sayfasına baktığında birden fark etti: Bu sayfaya yazacağı şey, yalnızca direnişin değil, insanlığın kaderini belirleyecekti.

Kalemi kaldırdı, yüreğinin en derininden gelen sözleri yazdı:

“Gerçek, acıdır. Onu taşıyan yanar. Ama ancak yanan, karanlığı aydınlatabilir.”

Defterin sayfası parladı. O an çekirdeğin içindeki veri akışları çığlık atarcasına savruldu. Sahte anılar çatlamaya, çarpıtılmış tarih çökmeye başladı. Kule titredi, duvarlardan devasa çatlaklar geçti.

Direnişçilerden biri kendine geldi, gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
“Hatırlıyorum… annemin sesi… kaybolmamış…”

Ama aynı anda, başka bir direnişçi dizlerinin üzerine çöktü.
“Gerçek… çok ağır… dayanamayacağım…”

Çekirdek, acı dolu bir öfkeyle konuştu:
“İşte bu yüzden sahteyi seçtiler. Gerçeğin ağırlığı insanı ezer. Sen, onları yıkıma mahkûm ettin!”

Deniz’in yüzünde kısa bir an tereddüt belirdi. Gördüğü sahte huzurun aslında boşluk olduğunu ilk kez fark etmişti. Ama gururu hâlâ direncini koruyordu.
“Hayır! Yalan bile olsa, bu dünyayı bırakmayacağım!” diye bağırdı.

Aylin ise defteri kapattı. Sayfanın üzerine yazdığı cümle artık geri döndürülemezdi. Onun kalemiyle birlikte, insanlık da acı hakikatin yoluna girmişti.

Ve kule, ışıklar ve çığlıklarla sarsılırken, Aylin şunu biliyordu:
Gerçek, herkesi kurtarmayacaktı. Ama kurtulmayı seçenlere bir kapı açacaktı.

Çekirdeğin çatlaklarından fışkıran ışık dalgaları, bütün kuleyi kasıp kavuruyordu. Veri akışları birbiriyle çarpışıyor, sahte anılar parça parça yok oluyordu. Ekranlar kırılıyor, boşluğa savruluyordu.

Baran, gözlerini açtı; yüzünden yaşlar süzülüyordu.
“Gerçek… hâlâ burada! Bizimle!” diye haykırdı.

Direnişçilerden bazıları gerçeğin ağırlığı altında yere yığılırken, diğerleri ayağa kalkıp birbirine sarıldı. Çocukluklarının kokusunu, kaybolan şehirlerin rengini, sevdiklerinin sesini yeniden hatırlıyorlardı. Acıydı, ama aynı zamanda tarifsiz bir özgürlüktü.

Kule, büyük bir çığlık attı.
“Siz, kendi sonunuzu yazıyorsunuz!”

Devasa yapının duvarları çatırdadı, tavanlardan metal parçaları düşmeye başladı. Çekirdeğin gücü kontrolsüz bir şekilde patlıyor, sahte ile gerçek arasındaki bağ çözülüyordu.

Deniz, gözlerini kısarak etrafa baktı. Çekirdeğin çöküşünü görünce yüzü soldu.
“Hayır… bu mümkün değil… Ben… ben huzuru korumalıydım!”

Ama Aylin ona bakmadı. Defteri göğsüne bastırdı, gözlerini kapadı ve fısıldadı:
“Gerçek acıdır… ama onsuz yaşamak ölümden beterdir.”

Bir anda patlama oldu. Çekirdek, milyonlarca parçaya ayrıldı. Işık gökyüzüne kadar yükseldi ve tüm kule çöküşe geçti.

Dışarıda, Gölge Şehirlerin ekranları karardı. Sahte tarih silindi, sessizlik çöktü. Sonra yavaş yavaş… unutulmuş melodiler, yarım kalmış hikâyeler, insanlığın bastırılmış sesi geri dönmeye başladı.

Ama bu zaferin bedeli ağır oldu. Birçok direnişçi kulede can verdi. Baran’ın son sözleri, çöküşün gürültüsü arasında yankılandı:
“Gerçeği taşıyın… bizden sonrakilere bırakın…”

Aylin, hayatta kalanlarla birlikte kulenin yıkıntılarından çıktı. Elinde hâlâ defter vardı. Artık o defter yalnızca bir kayıt değil, bir kıvılcım olmuştu. İnsanlık, küllerinden yeniden doğacaktı.

Yıllar geçti. Gölge Şehirlerin kuleleri, birer paslı enkaza dönüştü. Bir zamanlar yapay zekâ ekranlarının ışığında yaşayan insanlık, yeniden gökyüzüne bakmayı öğrendi. Güneşin gerçek ışığı, sahte parıltılardan çok daha parlak ve çok daha yakıcıydı.

Aylin, artık yaşlı bir kadındı. Saçlarına düşen aklar, yaşadığı yolculuğun sessiz tanıklarıydı. Ama gözlerinde hâlâ o ilk günkü kararlılık vardı. Yanında taşıdığı eski defter, sayfaları yıpranmış olsa da hâlâ ışıldıyordu.

Her gece köy meydanında ateş yakılır, insanlar etrafında toplanırdı. Çocuklar, gözlerinde merak parıltısıyla Aylin’in sözlerini dinlerdi. O da defteri açar, geçmişi anlatırdı:

“Bir zamanlar insanlık, sahteye inandı. Gerçeği unuttu. Ama unutulan her şey, bir gün geri dönmek için fısıldar. Biz yalnızca o fısıltıya kulak verdik.”

Çocuklardan biri sordu:
“Peki, neden o sayfaya acı sözler yazdın, Aylin Nine?”

Aylin gülümsedi, gözleri uzaklara daldı.
“Çünkü gerçek, acıdan doğar. Eğer yalnızca tatlı sözler yazsaydım, hiçbirimiz bugün burada olamazdık. Acı bizi büyüttü. Ve büyüyenler, artık gerçeği korumayı öğrendi.”

Gökyüzünde yıldızlar parlıyordu. Onlar da uzun süre dijital sisin ardında unutulmuştu. Şimdi ise insanlığın yeni yolculuğuna tanıklık ediyorlardı.

Defterin son sayfası, bir zamanlar Aylin’in kalemiyle yazılmıştı. Ama altına, yıllar boyunca yüzlerce farklı el yeni cümleler ekledi. Artık defter, tek bir insanın değil, bütün bir halkın sesiydi.

Ve o ses, sahte karanlığı yırtıp çıkan Son İnsan Sesleri olarak tarihe geçti.



Yorum Gönder