“Beni Benden Öğren”: Başkasının Sözüyle Tavır Alanların Kırılgan Gerçekliği
İnsan ilişkileri, görünmeyen bağlardan örülmüş bir ağdır; sevgi, güven, sadakat, nezaket ve zaman zaman da sınavlarla yoğrulur. Bu ilişkilerin en hassas noktalarından biri, başkasının lafıyla başkası hakkında hüküm vermek ya da mesafe koymaktır. Oysa insan, kendini bir başkasının gözlüğünden değil, doğrudan kendi varlığıyla ifade etmelidir. Çünkü her insan, her kalpte başka bir surette yankılanır. Nazım Hikmet’in dediği gibi:
“Beni benden öğren, herkese aynı değilim.”
Bu söz, yalnızca bir uyarı değil; aynı zamanda bir davettir: Peşin hükümlere değil, doğrudan deneyime; dedikoduya değil, kişisel tanışıklığa çağrıdır.
Sözle Zehirlenmiş Kalpler
Kimi insanlar, duydukları bir cümleyle senin hakkında hüküm verir. Seni hiç dinlemeden, sana hiç temas etmeden… Birinin gölgesinde senin ışığını yok sayar. Bu durumda ortaya çıkan tavır, çoğu zaman olgunluk eksikliğinin ya da zaten içten içe kurulmuş bir mesafeyi meşrulaştırma arzusunun ürünüdür. Gerçekte seni tanımaya niyeti olmayan biri, başkasının sözüne sarılarak bahanesini bulmuş olur.
Ve böylece, karakter değil söylenti konuşur. Gerçek değil kuruntu hüküm sürer. Hakkaniyet değil zan karar verir.
İnsan, Bir Tek Kişide Aynı Olmaz
İnsan ruhu sabit bir tablo değil, değişken bir manzaradır. Her gözde farklı bir yansıması vardır. Aynı güneşin, denizde parladığı gibi çölde yakması da mümkündür. Birine dost olan bir başkasına uzak olabilir. Birine ilham olan, başka birine yük olabilir. Bu farklılık, kişiliğin çelişkisi değil; insan doğasının derinliğidir.
O yüzden bir insanı yargılamadan önce, onu kendi gözlerinle tanımalısın. Çünkü herkesin hikâyesi, kendine özgü bir anlatım ister.
Tavır mı, Bahane mi?
İnsan bazen, aradığı bahaneyi bulduğunda içindeki mesafeyi meşrulaştırır. Ve o bahaneyi, başkasının sözüyle elde eder. İşte bu noktada mesele, “kim ne demiş?” değil, “o kişi içten içe ne bekliyordu?” sorusuyla anlam kazanır. Gerçekten seni tanımak mı istiyordu, yoksa sadece uzaklaşmak için bir sebep mi arıyordu?
Bu ayrımı yapmak, olgunluğun ve sezginin işidir.
Olgun İnsan, Kendi Aklıyla Görür
Olgunlaşmak, başkasının tecrübesiyle değil, kendi gözlemiyle karar verebilmektir. Birini tanımak, zaman ve temas ister. Olgun insan, söylentiyi değil hakikati arar. Kimseyi başkasının gölgesinde yargılamaz. Çünkü bilir ki, her yargı, biraz da sahibinin aynasıdır.
Sonuç: Beni Tanımadan Hüküm Verme
Nazım Hikmet’in o veciz sözü, yalnızca bir dizelik savunma değil; insan ilişkilerinin özüdür:
“Beni benden öğren…”
Başkalarının anlattığı ben değilim. Onlar kendi kırgınlıklarını, kendi beklentilerini, kendi eksikliklerini anlattı. Benim kim olduğumu öğrenmek istiyorsan, bana gel, bana bak, beni yaşa.
Çünkü herkesin aynası kendine çarpıktır. Ama ben, kendime dümdüzüm. Ve eğer gerçekten bilmek istiyorsan…
Beni benden öğren. Herkese aynı değilim. Ama sana kim olurum, bunu senin kalbin belirler.
Hikâye: Gölgeden Gelen Sözler
Kasabanın kıyısında, rüzgârla dans eden çınarların gölgesine sığınmış küçük bir kitapçı vardı. Raflarında unutulmuş hikâyeler, tozlu kapakların ardında saklı hayatlar duruyordu. İşte o kitapçının sahibi Aras’tı. Sessiz, içine kapanık, ama gözlerinde binlerce cümle saklı bir adamdı.
Kimse tam olarak tanımazdı Aras’ı. Onunla selamlaşanlar vardı elbette, ama sohbet etmek, yüreğine yaklaşmak cesaret isterdi. Çünkü kasabanın dillerinde gezen eski bir söylenti vardı: “Bir zamanlar birine büyük kötülük etmiş, konuşmuyor bu yüzden.”
Bunu ilk söyleyenin kim olduğunu kimse hatırlamıyordu, ama kulaktan kulağa aktarılan bu söz, Aras’ın yüzüne gölge gibi düşmüştü. İnsanlar ondan uzak durmuş, çocuklar dahi onunla göz göze gelmekten çekinir olmuştu.
Bir gün kasabaya üniversiteden yeni mezun genç bir kadın geldi: Elif. Sessizliği seven, ama insanların yargısına kulak asmayan bir yüreği vardı. Kitapçıya ilk adımını attığında raflar değil, Aras’ın gözleri dikkatini çekti. O gözlerde bir hüzün değil, anlatılmamış bir roman vardı.
Elif her gün gelmeye başladı. Kitapların gölgesinde başlayan suskunluk, küçük cümlelere, sonra uzun sohbetlere dönüştü. Birlikte çay içtiler, şiir okudular, yaşanmamışlıkları paylaştılar. Gün geldi, Elif sordu:
“Bunca yıldır neden yalnızsın Aras?”
Aras, uzun bir sessizlikten sonra başını kaldırdı ve sadece şunu söyledi:
“Ben kimseye kendimi anlatmadım. Onlar başkalarından dinledi.”
Ve sonra Nazım Hikmet’in dizelerini fısıldadı:
“Beni benden öğren, herkese aynı değilim.”
Elif’in gözleri doldu. O an anladı ki; insanlar bazen gölgelerle konuşur, ama ışığı görmeden hüküm verir. Ve o ışık, her insanın içindeki eşsiz parıltıdır.
Elif, Aras’ı olduğu gibi gördü. Kitapçı artık yalnız değildi. Kasaba, yavaş yavaş eski yargılarını bırakmaya başladı. Çünkü biri çıktı ve karanlığı değil, insanın kalbindeki ışığı görmeyi seçti.