Sev, Ama Sevmiyorsa Zorlama

Sev, Ama Sevmiyorsa Zorlama

 

Gerçek sevgi, içinde sabır kadar hakikat de barındırır.

Bazı duygular vardır; sessizce gelir, ama yüreğin tüm harflerini değiştirir. Mevlana’nın dediği gibi, “Gerçek sevgi, zorluklara rağmen devam edebiliyorsa kıymetlidir.” Çünkü o sevgi, sadece bir duygu değil; aynı zamanda bir yolculuktur. İçinde sabır, teslimiyet ve anlayış saklıdır. Fakat aynı zamanda bir sınır da vardır: Zorla var edilmeye çalışan bir sevgi, sevgi olmaktan çıkar.

Sevgi, zorlamayı sevmez.
O, tıpkı bir su gibidir: Akacağı yönü kendi bulur. Eğer bir kalbe akmıyorsa, orada ne kadar beklesen de yeşeren bir hayat bulamazsın. Bazen gitmek gerekir, bazen bırakmak. Çünkü sevgiyi ayakta tutan şey, iki tarafın da aynı anda, aynı kalple inanmasıdır. Bir taraf yorulmuşsa, bir taraf çoktan vazgeçmişse, kalan sevgi değil; sadece alışkanlığın yankısıdır.

Mevlana’nın öğüdü burada derindir:

“Bir şeyi kaybedersen sabret, çünkü sabır kaybettiklerini değil, seni buldurur.”

Sevgi de böyledir. Eğer bir ilişki, bir bağ artık ruhunu beslemiyorsa, kendini zorlaman sadece seni senden uzaklaştırır. Sevgi, yürekle yapılır; mecburiyetle değil. Her “zorla” sürdürülen ilişki, aslında iki kalbin de özgürlüğünü elinden alır.
Bir taraf, “Neden artık sevmiyorsun?” diye sorarken, diğer tarafın içinde sessiz bir cevap yankılanır: “Çünkü his bitti.”

Ve belki de o an, en olgun davranış gitmektir.
Gitmek, her zaman vazgeçmek değildir.
Bazen en güçlü sevgi, birini serbest bırakabilmektir.

Zor zamanlarda bile sevgiyi yaşatabilmek elbette değerlidir; çünkü orada emek vardır. Ama sevgisiz bir çabanın, ne kadar sürdürülürse sürdürülsün, bir ölü kalbi diriltmeyeceği gerçeğini de bilmek gerekir.
Aşk, kalbinin attığı yerdedir, kalbinin sustuğu yerde değil.

Unutma:
Zorsa sev, ama sevmiyorsa zorlama.
Çünkü hakiki sevgi, zorla değil, ruhun rızasıyla yeşerir.
Ve bazen bir veda, bir sonsuzluktan daha değerlidir.


Bir Kalbin Vazgeçişi

“Gerçek sevgi, zorluklara rağmen devam edebiliyorsa kıymetlidir.” — Mevlana

Ayşe sabahın ilk ışıklarıyla uyanmıştı. Penceresinden süzülen loş gün ışığı, yüzüne dokunan bir vedayı andırıyordu. Evin sessizliği artık huzur değil, yankıydı. Yıllardır aynı evde, aynı masada, aynı sessizliğin içinde yaşıyorlardı. Fakat o sessizlik artık iki kalbin susması değil, iki yabancının konuşmamasıydı.

Ahmet mutfakta kahvesini içerken gözleri duvarda asılı eski bir fotoğrafta takılı kaldı. Bir zamanlar gülüyorlardı orada — gerçekten, içten, çocukça. Oysa şimdi o gülüş, sadece hatıraydı. Zorla yaşatılmaya çalışılan bir sevgi, sanki bir ağacın kurumuş dallarına su dökmek gibiydi. Ne kadar istersen iste, artık çiçek açmazdı.

Bir sabah Ayşe, Mevlana’nın bir sözünü hatırladı:

“Bir şeyi zorlama; zaman gelmeden açan çiçek, ömrünü kısaltır.”

Ve o gün kararını verdi.
Ahmet’in gözlerine baktı, yıllardır ilk kez bu kadar açık, bu kadar dürüst baktı:
— “Ben seni hâlâ seviyorum sanıyordum. Ama galiba sadece alışmışım.”

Ahmet başını eğdi. Söylenmeyen binlerce kelime boğazında düğümlendi.
— “Ben de, gitmeni hiç istememiştim ama artık kalmanı da isteyemem.” dedi, sessizce.

O an ne bir kavga çıktı, ne bir gözyaşı. Sadece bir kabulleniş vardı.
Ayşe, bavulunu toplarken, kalbinde garip bir huzur hissetti. Çünkü bazen sevgi, bir kalpte tükenmez; sadece şekil değiştirir.
Kimi zaman birlikte yaşamak olur, kimi zaman gitmek.

Kapıdan çıkarken Ayşe son kez dönüp baktı:
“Zorsa sev,” dedi içinden, “ama sevmiyorsa zorlama.”

Ve kapıyı kapattığında, aslında bir son değil, bir başlangıç olmuştu bu.
Çünkü bazen en derin sevgi, bir kalbi özgür bırakmaktır.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski