Bugünün tarihine düşen gölge, 81 yıl önce Orta Asya’nın bozkırlarına doğru savrulan bir halkın acısıyla titreşir. Ahıska Türkleri… Yüzyıllar boyunca Kafkasya’nın dağlarında, vadilerinde, sınır çizgilerinin ötesinde kök salmış; kültürüyle, diliyle, çalışkanlığıyla var olmuş bir toplum. Fakat 14 Kasım 1944’te, tarihin sert eli onların kapısını çaldı. Sovyet yönetimi, “devlet güvenliğine tehdit” gibi asılsız bir suçlamayla yüz bini aşkın Ahıska Türkünü, vagonların karanlığına zincirledi ve onları bilinmezin soğuk nefesine doğru sürgüne çıkardı.
Tarih, bazen bir çığlık kadar keskin, bazen bir fısıltı kadar derinden ilerler. Ahıska Türklerinin sürgünü ise bu iki sesin birleştiği, hem duyulan hem de duyulması uzun yıllar engellenen bir trajedidir. 1944 yılının Kasım ayında, Sovyetler Birliği'nin emriyle gerçekleştirilen toplu sürgün; yalnızca bir halkı topraklarından etmekle kalmadı, bir kültürün damarlarında derin yarıklar açtı.
Bir Gecede Koparılan Yüzyıllık Kökler
Kafkasya’nın kadim topraklarında yaşayan Ahıska Türkleri, 14 Kasım 1944 sabahı güneş doğmadan evlerinden çıkarıldı. Askerlerin kuşatması altında toplanan insanlar, birkaç dakikada hazırlanmaya zorlandı. Yüzlerce köy boşaltıldı, binlerce aile birbirinden koparıldı.
Bu sürgün, sıradan bir yer değiştirme değildi; ağır kış şartları, yetersiz beslenme, hastalıklar ve insanlık dışı yolculuk, binlerce insanın hayatına mal oldu. Yüz bini aşkın Ahıskalı, Sovyet coğrafyasının ücra köşelerine—Kazakistan’ın buz rüzgârlarına, Özbekistan’ın kurak topraklarına, Kırgızistan’ın sarp yamaçlarına—zorla gönderildi.
Yeni Topraklarda Bir Hayatta Kalma Mücadelesi
Ahıska Türkleri, gittikleri her bölgede en ağır işlerde çalıştırıldı. Tarım alanlarında, sanayi projelerinde, Sovyet rejiminin beklentilerine uygun biçimde “uyum sağlamaya zorlanan” bir topluluk hâline getirildiler. Fakat bütün zorluklara rağmen, bu halkın çalışma disiplini, dayanıklılığı ve geleneklerine bağlılığı onları yılgınlığa sürüklemedi.
Sürgünün ilk yılları, hayatta kalma savaşının en çetin dönemiydi. Fakat zamanla Ahıska Türkleri; gittikleri yerlerde topluluklar kurdu, okullar açtı, kültürlerini yaşatmaya devam etti. Onların hikâyesi, zorla koparılan köklerin yeniden toprağa tutunabilme mucizesidir.
Bugün: Dünyaya Dağılmış Bir Halkın Sessiz Mirası
Sürgünün üzerinden 81 yıl geçmiş olmasına rağmen Ahıska Türklerinin acısı yalnızca tarih kitaplarında değil, yaşayan hafızada da varlığını koruyor. Günümüzde dünya genelinde 700 binin üzerinde Ahıska Türkü bulunuyor. Bu nüfusun en yoğun yaşadığı ülkeler:
- Kazakistan: Tarihsel sürgün yerinin doğal devamı olarak en büyük topluluk hâlâ buradadır.
- Türkiye: Bir sığınak, bir yuva, kültürel yeniden doğuşun merkezi…
- Azerbaycan: Dilin ve kimliğin yeniden soluk aldığı bir kardeş ülke.
- Rusya: Sürgün sonrası yeni geçim merkezlerinden biri hâline gelen bir diğer coğrafya.
Bunun yanında ABD, Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan ve Avrupa ülkelerinde de güçlü Ahıska diasporaları bulunmaktadır.
Bu dağılma, bir yıkılışın değil; dünyanın dört bir yanına yayılan bir iradenin, bir kültürün ve bir direnişin işaretidir.
Bir Hafıza Çağrısı: Unutmak, Bir Halkı İkinci Kez Kaybetmektir
Ahıska Türklerinin 1944 sürgünü, resmî belgelerde uzun süre gizlendi, tarihi arka plana itildi. Fakat halklar, bazen devletlerin unutturmak istediğini hafızalarında mühürler. Bu sürgün, sadece bir coğrafya kaybı değil; bir halkın kimliğine, gururuna ve geleceğine yönelik bir müdahaleydi.
Bugün, Ahıska Türklerinin torunları dünyanın farklı ülkelerinde eğitim görüyor, çalışıyor, topluma katkı sağlıyor. Fakat içlerinde taşıdıkları hafıza, atalarının bıraktığı sessiz vasiyeti hâlâ yineliyor: “Biz buradayız, kültürümüzle, dilimizle, tarihimizle hayattayız.”
Sonuç: Sürgünün Küllerinden Yükselen Bir Topluluk
Ahıska Türklerinin hikâyesi, yalnızca acının değil; sabrın, direncin ve yeniden doğuşun hikâyesidir. Tarih onlara bir vagonun karanlığını reva gördü; onlar ise dünyanın dört bir yanına dağılsalar da yüreklerinde bir ışık taşıdılar.
81 yıl sonra bu hikâyeye bakmak, yalnızca geçmişi hatırlamak değil; insanlığın bugün de yüzleştiği zorla yerinden edilme, kimlik baskısı ve kültürel yok sayma gibi gerçekliklere bir ayna tutmaktır.
Ahıska Türklerinin sürgünü, bir halkın yok edilemeyeceğini; adalet gecikse bile hafızanın asla susmadığını kanıtlayan bir insanlık dersidir.

