Hindistan’ın siyasal nabzını tutan her imge, her söz ve her hikâye, ülkenin kolektif bilincinde yankılanan büyük bir mücadelenin izlerini taşır. “The Taj Story” adlı son Hint filmi de işte bu yankının tam ortasında yükseliyor; sadece bir sinema eseri olarak değil, tarihsel hakikatin çarpıtılıp çarpıtılamayacağına dair ağır bir tartışmanın sembolü olarak. Film, uzun yıllar önce bilimsel ve akademik olarak çürütülmüş bir miti yeniden canlandırıyor: Taj Mahal’in bir Hindu tapınağının üzerine kurulduğu ya da bizzat o tapınak olduğu iddiası. Ve bu iddia, bugün Hindistan’da siyasetin gölgesinde büyüyen tarihsel revizyonizmin nasıl beslendiğini anlamak için çarpıcı bir örnek niteliği taşıyor.
Taj Mahal… Asırlar boyunca sevginin en güçlü sembollerinden biri olarak ayakta durdu. Babür imparatoru Şah Cihan’ın genç yaşta kaybettiği eşi Mümtaz Mahal’e duyduğu derin sevginin mermer bir ağıdıydı o.
Her bir oyması, her bir kemeri aşkın lirik bir cümlesi; yinelenmez bir acının ışığa dönüşmüş hâli.
Akademik araştırmalar, mimari analizler ve tarihsel kayıtlar yüzlerce yıldır aynı hakikati işaret ediyor: Taj Mahal, Müslüman bir imparatorluğun estetik, matematiksel ve ruhani mirasının en parlak eseri.
Ne var ki bazı politik eğilimler, bu dev anıtın kimliğini değiştirmeye dair arzularından hiç vazgeçmedi. Çünkü geçmişi yeniden şekillendirmek, bugünün siyasi çıkarlarını besleyen güçlü bir araçtır.
“THE TAJ STORY”: BİR FİLMDEN DAHA FAZLASI
“The Taj Story” işte bu kırılgan zemine adım atıyor. Film, tarihçilerin defalarca çürüttüğü iddiaları dramatik bir kurgu içinde sunarken, seyircinin duygularını mantığın önüne geçiren bir anlatı kuruyor.
Tarihi sansasyonel bir hikâyeye dönüştüren bu yaklaşım, sinemanın büyüsünü gerçeğin kırılganlığıyla karıştırıyor. Sonuçta ortaya çıkan ise hakikatin sisler arasında kaybolduğu bir bellek çatışması.
Bu film, Hindutan’ın sağ siyasi ekseninde giderek güçlenen bir eğilimi yeniden görünür kılıyor:
Geçmişi ulusal kimlik yaratmanın esnek bir ham maddesi gibi görmek.
Bu anlayış, mitleri gerçeğin yerine; duygusal aidiyeti akademik kanıtların önüne koyuyor.
SAĞ KANADIN VİCDANI: GEÇMİŞİ YENİDEN YARATMA ARZUSU
Hindistan’da son yıllarda kültürel milliyetçilik, geçmişi “yeniden keşfetme” söylemiyle sık sık sahneye çıkıyor. Bu söylemin temel dayanakları:
- Babür mirasını Hindistan tarihinin dışına itme arzusu,
- Müslüman hükümdarların izlerini kültürel hafızadan silme çabası,
- Tarihi bir rekabet alanı hâline getirme isteği.
Taj Mahal gibi dünya mirası bir yapının bile bu çabanın hedefi hâline gelmesi, revizyonizmin ne kadar derinlere ulaştığını gösteriyor. Bilimsel kanıtlar, arkeolojik bulgular, tarihsel belgeler bir anda önemsizleşiyor; yerlerini ideolojik bir anlatı alıyor.
Bu durum, tarihin tarafsız bir alan olmadığını; siyasal iktidarın nefesiyle eğilip bükülebilecek kadar kırılgan olabileceğini gözler önüne seriyor.
SİNEMANIN GÖLGESİ VE TOPLUMSAL HAFIZA
Sinemanın milyonlara ulaşma gücü, onu revizyonist anlatılar için ideal bir araç hâline getiriyor. “The Taj Story”nin başarısı ya da başarısızlığından bağımsız olarak, film şimdiden bir tartışma ateşi yaktı.
Bu ateşin dumanı şunu söylüyor:
“Bir toplum hakikati nasıl korur?
Ve hakikat, politik arzuların gölgesinde nasıl savunulur?”
Sanatın özgürlüğü ile tarihin doğruluğu arasındaki çizgi, böyle örneklerde daha da inceliyor.
Sinemanın estetik oyunları, gerçeğin mermerden inşa edilmiş huzurunu gölgeleyebiliyor.
TARİHİN KALBİNDEKİ SORU: BİR YAPI KİME AİT?
Bir anıtın kimliğini belirleyen sadece onu inşa edenler değildir.
Onu koruyan, ona bakan, onunla bağ kuran kuşakların hafızası da o yapının kaderinde söz sahibidir.
Taj Mahal yalnızca Müslüman bir imparatorun eseri değildir;
Hindistan’ın ortak mirasıdır, dünyanın ortak hayranlığıdır, insanlığın ortak estetik hafızasıdır.
Mesele, bir tapınağın veya türbenin kim tarafından yapıldığı değil;
tarihin kimin tarafından nasıl hatırlanacağıdır.
SONUÇ: GERÇEĞİ KORUMAK, GELECEĞİ KORUMAKTIR
“The Taj Story” bir filmden öte; bir uyarı, bir işaret, bir gölge.
Hakikatin ne kadar kolay esnetilebileceğini, toplumların kolektif bilincinin nasıl manipüle edilebileceğini gösteriyor.
Tarihi revizyonizm, geçmişi değiştirerek geleceği yeniden inşa etmeyi hedefler.
Ama unutmamak gerekir ki gerçek, zamanın mermerine kazılıdır—aynı Taj Mahal gibi.
Onu korumak, sadece bir yapıyı değil; bir kültürü, bir hafızayı, bir insanlık ortaklığını korumaktır.
