Gazze’nin ufkunda kara dumanların henüz dağılmadığı, her saat çalışan diplomasi saatinin ise giderek hızlandığı bir dönemdeyiz. Kanı kurumamış bir coğrafyanın kaderi, masalarda çizilen yeni rotalarla yeniden yazılmak isteniyor. Tam da bu noktada Ankara’dan yükselen tok bir ses, uluslararası arenanın dengelerini yerinden oynattı:
“Görev ve yetki tanımı netleşirse Türkiye, Gazze’ye asker göndermeye hazır.”
Bu söz, yalnızca bir niyet beyanı değil; tarihsel sorumluluk bilinciyle yoğrulmuş bir iradenin ilanıdır. Türkiye’nin adım atma kararlılığı, kısa sürede Müslüman dünyada yankı buldu. Körfez başkentlerinden gelen mesaj neredeyse tek sesli bir ittifakı hatırlattı:
“Türkiye olmazsa biz de yokuz.”
■ Değişen Güç Haritası
Ortadoğu’nun yüzyıllık satrancında taşlar yeniden dizilirken, diplomatik eksenlerin Türkiye’ye kaydığı görülüyor. Çünkü bugün sahada etkinlik, yalnızca askerî güçle ölçülmüyor. Halkların gönlünde yer edinmiş ülkeler, masanın da kaderini belirliyor.
Ekonomik nüfuzu, insani diplomasisi, Filistin halkıyla kurduğu tarihi bağ… Tüm bunlar, Türkiye’yi Gazze’nin yarınlarını şekillendirebilecek doğal bir aktör konumuna yükseltti.
Türkiye’nin sahaya inmesi demek;
- Güvenliğin yeniden tesis edilmesi,
- Kurumsal yapının inşası,
- Siyasi temsilin meşruiyet kazanması,
- Gazze’nin geleceğinde dış vesayet yerine bölgesel iradenin hâkim olması demek.
Bu ihtimal, bazı başkentlerde heyecan yaratırken, Tel Aviv’de sert bir duvara çarptı.
■ İsrail’in Endişesi: Güç Dengesi Tersine Döner mi?
İsrail yönetimi, Gazze’de kurulması planlanan istikrar gücünde Türkiye’nin yer almasını keskin bir ifadeyle istemediğini açıkladı. Diplomasi kulislerinde ise tek bir soru dolaşmaya başladı:
“İsrail neden Türkiye’den bu kadar korkuyor?”
Uzmanların verdiği yanıt, sis perdesini aralayan türden:
Türkiye sahaya girerse, savaş sonrası Gazze’nin kaderi tamamen değişir.
Tel Aviv, Türkiye’nin varlığının şu sonuçları doğurmasından çekiniyor:
- Gazze’de kontrol tek taraflı olmaktan çıkar.
- Filistin halkının siyasi meşruiyeti güç kazanır.
- Uluslararası denetim mekanizması İsrail’in planlarını sınırlayabilir.
- Bölgesel ittifaklar Türkiye liderliğinde yeniden şekillenir.
Kısacası, Türkiye’nin üstleneceği rol; ateşkes sonrasındaki jeopolitik taslağı İsrail lehine değil, Filistin lehine dönüştürebilecek güçtedir.
■ Ankara’nın Tutumu: “Barış İçin Sorumluluk”
Bu itirazlara rağmen Türkiye, geri adım atmıyor. Mesaj net ve berrak:
“Barışa giden her yolda sorumluluk almaya hazırız.”
Bu kararlılık, iki yönlü bir etki doğuruyor:
- Türkiye’yi destekleyen ülkeler cesaret kazanıyor,
- Karşı duranlar ise pozisyonlarını yeniden gözden geçirme ihtiyacı hissediyor.
Diplomasinin rüzgârı Türkiye’nin yelkenini doldurdukça, İstanbul’dan Doha’ya, Amman’dan Kuala Lumpur’a uzanan görünmez bir koordinasyon hattı güçleniyor.
■ Tarihin Eşiğinde: Gazze İçin Yeni Bir Umut
Bugün Gazze’de yükselen her ses, çatlamış duvarlardan sızan her ışık, yeni bir düzenin mümkün olduğunu fısıldıyor. Enkazın altında kalan çocukların gözleri, artık yalnızca hayatta kalmayı değil, onurlu bir geleceği arzuluyor.
Türkiye’nin önerdiği katkı, sadece askerî varlık değil;
- Adalet için kefil olmak,
- İnsani onuru korumak,
- Barışı kalıcı kılmak demek.
Sözcükler sahada ayak izine dönüşürse, Gazze artık bir çatışma alanı değil, yeniden doğuşun toprakları olabilir.
■ Sonuç: Kaybolmuş Değil, Bekleyen Bir Gelecek
Uluslararası hesapların soğuk aynasında Gazze’nin gözyaşları çoğu zaman görünmez. Fakat Türkiye’nin sesinde, bu gözyaşlarını kurutmaya dair güçlü bir irade saklı. İşte İsrail’in en büyük endişesi burada yatıyor:
Türkiye sahaya girerse, Gazze kaderine terk edilmiş bir yer olmaktan çıkar.
Bugün diplomasi masaları ağır ağır dönüyor;
dumanın, acının ve sessiz çığlıkların içine
barışın inşa edici nefesi karışmaya başlıyor.
Ve tarihin kapısı aralanırken dünya, şu gerçeği daha yüksek sesle duymaya mecbur kalıyor:
Gazze’nin geleceği, Türkiye olmadan tamamlanmayacak bir hikâyedir.
