Güney Tayland’ın derin ormanlarında, yaprakların arasından süzülen rüzgârın fısıltısıyla yaşayan Maniq halkı… Yüzyıllardır avcılıkla, toplayıcılıkla ve doğaya uyumlu yaşamın incelikleriyle var oldular. Onların dünyasında orman yalnızca bir habitat değil; ataların sesi, kültürün yazılmamış arşivi, kimliğin özüydü. Fakat günümüzde bu kadim topluluğun yaşamını ayakta tutan orman, devlet yasalarının soğuk sayfalarında “koruma alanı” olarak tanımlanıyor — ve Maniq’in ata yadigârı yaşam biçimi bir suçmuş gibi damgalanıyor.
Misafir Edilen Sahipler: Ancestral Topraklarda Yabancılaşma
Güney Tayland’da, özellikle Satun ve Trang bölgelerinde yaşayan Maniq, Tayland’ın son göçebe avcı-toplayıcı topluluğu olarak bilinir. Onlar için her dere, her ağaç, her patika bir hikâyenin taşıyıcısıdır. Ancak korunan alan ilan edilen bölgelerde geleneksel avcılık ve bitki toplama faaliyetleri yasak olduğundan, Maniq halkı kendi yuvalarında “yasal ihlalci” konumuna düşürülmüştür.
Yeni yürürlüğe giren Etnik Koruma Yasası, Maniq’e geçici kullanım izinleri sunuyor — fakat bu izinler toprağın gerçek sahibi olma hakkını tanımıyor. Böylece Maniq, atalarının yurtlarında misafir gibi yaşamaya mahkûm bırakılıyor.
Onların gözünde bu durum; kimliğin silikleşmesi, kültürün köklerinden kopması ve geleceğin belirsizleşmesi demek. “Orman bizim evimiz,” diyor yaşlı bir Maniq bilgesi, “Eğer evimizi kaybedersek, biz de yok oluruz.”
Kültür: Bir Silinme Tehlikesiyle Yüz Yüze
Maniq için av sadece karın doyurmak değildir; ritüel, dayanışma, nesiller arası bilgi aktarımıdır. Her avlanma öncesi yapılan sohbet, çocuklara öğretilen ayak seslerini dinleme sanatı, doğayla kurulan sessiz ittifak… Hepsi bir yaşam okulu.
Ancak günümüzde Maniq çocukları devlet okullarına gitmek zorunda. Evde konuşulan Aslî dilleri yerine Tay dili öğretiliyor; geleneksel beceriler yerine şehir kültürü dayatılıyor. Bir yandan modern ekonomiye dahil olmaya çalışıyorlar — günlük işler, turizm, el işi satışları… Diğer yandan ataların öğüdünü unutmamaya çabalıyorlar.
İki dünya arasında gidip gelen genç nesil korkuyor:
“Eğer okula gidersem kültürümü unutacağım; gitmezsem yaşayamayacağım.”
Bu ikilem, Maniq’in ruhunda derin bir fay hattı yaratıyor.
Geçici İzinler, Kalıcı Kayıplar
Etnik Koruma Yasası her ne kadar “koruma” iddiasıyla öne çıksa da, kullanım hakkını devletin lütfu gibi tanımlıyor. İzinler iptal edilebilir, genişletilmeyebilir, ya da yeni yönetimlerce kaldırılabilir. Maniq, geleceğin her an değişebileceğini bilerek yaşıyor:
- Evlerini kalıcı yapamıyorlar.
- Tarım yapmaları sınırlandırılıyor.
- Geleneksel avcılık suç sayılıyor.
Toprağa güvenle kök salamayan bir topluluk, kimliğini nasıl koruyabilir?
Doğa ile Uyumun Dersleri
Maniq, Tayland’ın en yoksul toplulukları arasında gösteriliyor. Oysa onların yoksulluğu paranın ölçtüğü bir yoksulluk. Doğayla uyumlu yaşam biçimleri; sürdürülebilirlik, biyoçeşitlilik ve iklim bilgisi açısından modern dünyanın ihtiyaç duyduğu bilgelikleri barındırıyor.
Orman, Maniq’in öğretmeni ve yaşamsal güvencesidir:
- Bitkilerle şifa üretirler,
- Ormanın ritmine göre hareket ederler,
- Yalnızca ihtiyaçları kadar alır, fazlasını geri bırakırlar.
Bugün dünya, doğayla uyumlu yaşamın önemini yeniden kavrarken, Maniq’in bilgeliği yok olma tehdidi altında.
Kimlik İçin Sessiz Bir Çığlık
Maniq’in dileği büyük değil; yalnızca ata topraklarında özgürce yaşamak, kendi kültürlerini koruyabilmek ve gelecek nesillere aktarabilmek.
Koruma politikaları, doğayı muhafaza etmeye çalışırken, doğanın öz evlatlarını dışlamamalı. Ormanı anlayan, saygı duyan, onunla birlikte nefes alan topluluklar; betonlaşmış şehirlerin değil, yaşayan ekosistemlerin gerçek bekçileridir.
Bugün Maniq’in sesi, tropikal yaprakların arasından yankılanan bir fısıltı gibi belki küçücük…
Ama o fısıltı, bize insanlığın köklerini hatırlatıyor:
“Ormansız kimlik olmaz…
Kimliksiz yaşam olmaz.”
Son Söz
Güney Tayland’ın Maniq halkı, bir kavşakta duruyor:
Bir yanda geçmişin bilgeliği, diğer yanda geleceğin zorunlulukları…
Ama her iki yolun kesiştiği tek bir gerçek var:
Topraklarını kaybederlerse, kendilerini de kaybedecekler.
Bu yalnızca bir topluluğun mücadelesi değil;
Doğanın, kültürün ve insanlığın var olma hakkı için verilen sessiz bir savaş.
