Sessizliğin yerini tedirgin bir uğultu aldı. Devletin güvenlik refleksi, sokağın nabzına karıştı. İsrail’de alınan ve binlerce sivili evlerinde silahlandırmayı öngören karar, yalnızca bir güvenlik tedbiri değil; modern devlet anlayışının sınırlarını zorlayan, toplumsal dokuyu derinden etkileme potansiyeli taşıyan tarihsel bir kırılma olarak kayda geçiyor.
Bu adım, güvenliğin kamusal bir sorumluluk olmaktan çıkarılıp bireyin omuzlarına yüklendiği bir döneme işaret ediyor. Silahın, üniformanın ve yetkinin gündelik hayatın eşiğine taşınması; korkunun kurumsallaştığı, olağanüstünün olağan hale geldiği bir atmosfer yaratıyor. Militarizm artık yalnızca kışlalarda değil, salonlarda, koridorlarda ve apartman kapılarının arkasında.
Güvenlik mi, Süreklileşen Korku mu?
Kararın savunucuları, “önleyici güvenlik” söylemini öne çıkarıyor. Oysa güvenliğin bireysel silahlanmayla sağlanacağı varsayımı, tarih boyunca pek çok toplumda daha fazla gerilim, daha çok kazayla sonuçlandı. Silahın yaygınlaşması, caydırıcılıktan çok yanlış anlaşılmaları ve ani tepkileri besler. Toplumsal ilişkilerdeki ince denge, bir anda tetik hassasiyetine indirgenir.
Burada asıl soru şudur: Devlet, güvenliği mi güçlendiriyor, yoksa korkuyu mu kalıcılaştırıyor? Çünkü silahın evlere girmesiyle birlikte, güvenlik bir hak olmaktan çıkar; sürekli teyakkuz halinde yaşanan bir psikolojiye dönüşür.
Toplumsal Dokuya Etkileri
Bu karar, İsrail toplumunda zaten derin olan fay hatlarını daha da görünür kılma riski taşıyor. Farklı etnik, dini ve siyasi gruplar arasında güvensizlik artarken, silahın yaygınlığı gündelik karşılaşmaları potansiyel çatışma anlarına dönüştürebilir. Komşuluk, yurttaşlık ve kamusal alan; ihtiyatın yerini şüphenin aldığı alanlar haline gelir.
Dahası, çocukların büyüdüğü evlerde silahın “normalleşmesi”, şiddetin kültürel aktarımını hızlandırır. Bu, yalnızca bugünün değil, yarının da meselesidir.
Hukuk Devleti ve Sivil Alanın Daralması
Silahlandırma politikaları, hukuk devletinin temel ilkeleriyle de sınanır. Gücün tekelleşmesi yerine yaygınlaştırılması, denetim ve hesap verebilirlik sorunlarını beraberinde getirir. Sivil alan daralırken, kamusal otorite ile birey arasındaki sınır bulanıklaşır. Güvenliğin özelleştiği bu zeminde, sorumluluk kime aittir? Hata kimin hanesine yazılır?
Sonuç: Eşik Aşıldı
Bu karar, bir eşikten geçildiğini gösteriyor. Militarizm, artık yalnızca bir savunma doktrini değil; gündelik hayatın düzenleyici ilkesi olma yolunda. Korkunun rehberlik ettiği bir güvenlik anlayışı, uzun vadede ne barış üretir ne de istikrar.
Gerçek güvenlik; silahların sayısıyla değil, hukukun gücüyle, toplumsal uzlaşıyla ve adalet duygusuyla inşa edilir. Aksi halde evlerin kapıları kapanır, ama korku açık kalır. Ve korku, en kalıcı silah haline gelir.
