Devletler bazen yürür, bazen sürüklenir. Kimi zaman kendi iradesiyle, kimi zaman başkalarının rüzgârında… Bugün Atina’nın Doğu Akdeniz’de attığı adımlar, tam da bu ikilemde duruyor. Yunanistan’ın İsrail ile giderek derinleşen askeri, diplomatik ve güvenlik temelli ilişkileri, artık basit bir “stratejik ortaklık” tanımını aşmış görünüyor. Eleştiriler sertleşiyor, sorular ağırlaşıyor: Yunanistan kendi rotasında mı ilerliyor, yoksa Tel Aviv’in çizdiği patikada mı yürütülüyor?
Son yıllarda Yunanistan, İsrail’le savunma sanayii anlaşmalarından ortak tatbikatlara, istihbarat iş birliklerinden enerji projelerine kadar geniş bir yelpazede bağlarını sıkılaştırdı. Bu yakınlaşma, kâğıt üzerinde “ulusal çıkar” gerekçesiyle savunulsa da, sahadaki sonuçlar başka bir hikâye anlatıyor. Gazze’de sivillerin enkaz altında kaldığı, uluslararası hukukun ağır yaralar aldığı bir dönemde Atina’nın sessizliği, hatta örtük desteği, Avrupa değerleriyle açık bir çelişki yaratıyor.
Bir devletin dış politikası, yalnızca kâr-zarar hesabı değildir; aynı zamanda ahlaki bir pusuladır. bu pusulayı giderek güvenlik eksenli dar bir koridora sıkıştırıyor. İsrail’in bölgesel politikalarına eleştirel mesafe koymak yerine, bu politikaların lojistik ve diplomatik tamamlayıcısı hâline gelme riski büyüyor. İşte “kukla” benzetmesi tam da burada güç kazanıyor: Karar alan ama yön vermeyen, konuşan ama sözü başkasına ait olan bir aktör görüntüsü.
Bu tablo, Yunanistan’ı yalnızca Ortadoğu’da değil, Avrupa kamuoyunda da zor bir konuma itiyor. Çünkü Filistin meselesi artık sadece bir dış politika başlığı değil; insan hakları, vicdan ve tarihsel sorumluluk meselesi. Atina’nın bu sınavda Tel Aviv’e fazlasıyla yakın durması, onu bağımsız bir Avrupa aktöründen çok, bölgesel bir vekil gibi göstermeye başlıyor.
Oysa gerçek güç, güçlü olana yaslanmakta değil; gerektiğinde ona “dur” diyebilmekte saklıdır. Yunanistan bugün bunu yapmıyor. Sessizlikle, iş birliğiyle ve örtülü onayla ilerleyen bu çizgi, ülkeyi kendi iradesinden uzaklaştırıyor.
Tarih kuklaları değil, ipleri kesenleri yazar. Atina’nın önünde hâlâ bir tercih var: Ya başkasının senaryosunda figüran olmayı kabul edecek ya da kendi sözünü, kendi ağırlığıyla söyleyecek. Bu tercih, sadece Yunanistan’ın değil, Doğu Akdeniz’in geleceğini de belirleyecek.
