Handala’nın Gölgesinde: Chris Smalls’ın Dayanışma, Direniş ve Adalet Yolculuğu
New York’un gökyüzü gri bir perde gibi şehri örterken, kameraların önünde bir insanın sesi, dünyanın en ağır kelimelerini taşıyordu: adalet, ırkçılık, savaş, dayanışma. Chris Smalls… Amerikan işçi hareketinin son yıllardaki en çarpıcı figürlerinden biri… Amazon Labor Union’ın eski başkanı, milyonlarca çalışanın umutla izlediği bir sendika mücadelesinin simgesi… Şimdi ise sesi, kıtaların ötesine uzanan bir hakikat çizgisinin nabzını tutuyor.
“In Conversation” programındaki söyleşisinde Smalls, Handala Filosu’nda yaşadıklarını anlatırken gözlerinin ardına işleyen bir başka dünyanın karanlığını aktarıyordu. Filistin halkının yüz yıldır taşıdığı acıya, dünyanın dört bir yanından gelen gönüllülerin umutla kurduğu köprüye bizzat tanıklık etmişti. Filonun amacı açıktı: Gazze üzerindeki kıskacı hafifletmek, sembolik de olsa dünyaya “sessiz kalmayacağız” demek. Fakat bu yolculuk, tarihin sık sık tekrarladığı bir sahneyi yeniden doğurdu: güç karşısında direniş, hakikati saklamak isteyenlere karşı şeffaflık ve insan onurunun sınandığı bir çarpışma.
Uluslararası Suların Ortasında Bir Yüzleşme
Smalls’ın anlatımına göre, İsrail güçlerinin uluslararası sularda gerçekleştirdiği müdahale sadece siyasi bir durdurma girişimi değildi; aynı zamanda onunla birlikte pek çok gönüllünün yüzleştiği bir ayrımcılık anıydı. Smalls, siyah bir adam olarak maruz kaldığı ırkçı tavırların, yalnızca bireysel bir saldırı değil, daha geniş bir baskı sisteminin küçük bir yansıması olduğunu söylüyordu. Yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan yapısal ırkçılığın, savaşla ve işgalle iç içe geçmiş bir başka tezahürü…
Handala, Filistinli mültecilerin dönüş hakkını simgeleyen, arkası dönük o küçük çocuk figürü, bu sefer Smalls’ın hikâyesinde bir pusula gibi belirmişti. Adaleti arayan herkesin yüzünü dönmesi gereken ufku gösteriyordu.
Görülen Acı, Kurulan Bağlar: Küresel Dayanışmanın Yeniden Doğuşu
Smalls, kendi mücadelesinin Filistin’de gördükleriyle nasıl iç içe geçtiğini anlatırken, dayanışmanın bir ülkeden diğerine taşan bir ruh olduğunu vurguluyordu. Onun gözünde Gazze’deki kuşatma, ABD’deki çalışanların karşılaştığı baskılardan ayrı bir gerçeklik değildi. Farklı yüzler, farklı coğrafyalar… Ama aynı güç ilişkileri, aynı sömürü biçimleri, aynı susturulmuş hikâyeler…
Bu deneyim, Smalls’ın kalbinde yeni bir sorumluluk hissi uyandırmıştı: Mücadele yalnızca işçinin maaşı için değil; insanlığın ortak onuru için verilir.
Amazon, Nimbus ve Teknolojinin Sessiz Silahları
Konuşma Handala’dan Amazon’un merkezî kulelerine uzandığında ton karanlık bir notaya dönüşüyordu. Smalls, Amazon’un İsrail hükümetiyle yürüttüğü Project Nimbus anlaşmasını gündeme getirirken, teknoloji şirketlerinin artık savaşın pasif izleyicileri değil, aktif aktörleri olduğuna dikkat çekiyordu. Bulut teknolojileri, veri işleme kapasitesi ve yapay zekânın gücü bugün yalnızca ekonomik değil; askeri ve jeopolitik araçlara dönüşmüş durumda.
Nimbus, şirketlerin teknolojiyi kimin için ve ne uğruna geliştirdikleri sorusunu yeniden gündeme getirdi. Smalls, işçilerin bu tartışmanın dışında bırakıldığını, oysa teknolojiyi üretenlerin ve onu taşıyan emeğin, şirket politikalarında söz sahibi olması gerektiğini savunuyordu. Çünkü etik, yalnızca yönetim katlarında değil, üretim hatlarında doğar.
Amerikan İşçi Hareketinin Yeni Dalgası
Smalls’ın mücadele hattı, Gazze ile New York arasında görünmez bir çizgi gibi uzanırken, aynı çizginin üzerinde Amerika’daki yeni işçi örgütlenme dalgası beliriyor. Starbucks işçilerinin art arda kurduğu sendikalar, depo çalışanlarının ses yükseltmesi, teknoloji işçilerinin şirketlerinin savaş politikalarına karşı çıkması… Bütün bu hareketler, Smalls’a göre, ABD’deki toplumsal bilincin yeni bir evreye girdiğinin işareti.
Bu dalga, yalnızca sendikal taleplerin yükselişi değil; nesiller boyu süren sessizliğin kırılması, “başka bir çalışma düzeni mümkün” diyen umutların çoğalmasıdır.
Sınırları Aşan Bir Mücadele: Bundan Sonra Ne Var?
Söyleşinin son anlarında Smalls’ın sesi, sanki hem geçmişin yükünü hem de geleceğin ağırlığını taşıyordu. Filistin’de gördükleri, ona hem kişisel hem politik bir görev yüklemişti: sesi duyulmayanların sesi olmak, adaleti sadece kendi ülkesinde değil, dünyanın neresinde nefes darlığı yaşanıyorsa orada savunmak.
Onun için adalet, tek bir sınıra, tek bir ulusa, tek bir kurumun kapısına sığmıyordu.
O artık hem Amazon’un işçileri için hem Gazze’deki siviller için hem de teknoloji çağının gürültüsü arasında kaybolan tüm insanlar için konuştuğunu söylüyordu. Bu sözler, dünyanın karanlık koridorlarında bir mum gibi yanıyor, dayanışmanın görünmez ipliklerini birbirine bağlıyordu.
Sonuç: Dayanışmanın Ufku
Chris Smalls’ın hikâyesi, bireysel bir aktivistin öfkesi değil; çağın ruhunun yeniden şekillendiği bir dönemin aynasıdır. Handala’nın bakışsız yüzünde geleceğe dair bir çağrı, işçilerin ayak seslerinde değişimin ritmi, dayanışmanın yeryüzünde yeniden kurduğu köprülerde bir umut parıltısı vardır.
Ve belki de bu çağrı, hepimize şunu hatırlatır: Adalet bazen bir geminin güvertesinde, bazen bir depo koridorunda, bazen de bir kameranın önünde başlayan uzun bir yürüyüştür.
Bu yürüyüşte en değerli pusula ise insan onuruna sadık kalmaktır. TRT WORLD
