Gizli Çatışmaların Gölgesinde: John Kiriakou’nun Açıklamaları, İsrail’in Görünmeyen Stratejileri ve ABD İstihbaratının Karanlık Labirentleri

Gizli Çatışmaların Gölgesinde: John Kiriakou’nun Açıklamaları, İsrail’in Görünmeyen Stratejileri ve ABD İstihbaratının Karanlık Labirentleri

Uluslararası siyasetin görünmeyen kulislerinde, güç mücadeleleri çoğu zaman sessiz fırtınalar şeklinde eser. Bu fırtınalar; ülkelerin çıkar hesaplarını, örtülü operasyonlarını ve ittifakların karanlık yönlerini sahneleyen görünmez bir tiyatro gibidir. Eski CIA görevlisi ve dünyaca tanınan bir muhbir olan John Kiriakou, tam da bu karanlık sahnenin perde arkasını aralayarak, modern jeopolitiğin en hassas noktalarına ışık tutu. Podcaster Julian Dorey ile yaptığı kapsamlı söyleşide Kiriakou, hem İsrail’in ABD üzerindeki etkisini hem de CIA’in neredeyse sınırsız hale gelen gözetim programlarını tüm açıklığıyla anlattı.

Bu açıklamalar, günümüz dünya düzenini yönlendiren görünmez güçleri daha net bir çerçeveye oturtmakla kalmıyor; aynı zamanda demokrasi, ulusal egemenlik ve küresel istikrar kavramlarının bugün ne kadar kırılgan hale geldiğini de düşündürüyor.


İsrail’in Baskı Politikası ve ABD’nin Derin Sınavı

Kiriakou’nun en dikkat çekici ifadelerinden biri, İsrail’in ABD’ye İran’a saldırması yönünde yıllardır baskı uyguladığı iddiasıydı. Bu iddia, yalnızca diplomatik baskıdan ibaret olmayan, çok katmanlı bir stratejiyi işaret ediyor. Kimi zaman lobi faaliyetleri, kimi zaman istihbarat paylaşımları, kimi zaman medya manipülasyonları üzerinden şekillenen bu strateji, Washington’un karar mekanizmalarında belirgin izler bırakıyor.

Kiriakou’ya göre İsrail, İran’ı kendi varoluşuna yönelik bir tehdit olarak görüyor ve bu tehdidi bertaraf etmek için ABD’nin askeri gücünü kullanmayı arzuluyor. Bu yaklaşım, ABD’yi bölgesel bir çatışmanın içine çekebilecek kadar tehlikeli ve geniş kapsamlı.

Bu baskının kökleri daha derine indiğinde; ABD–İsrail ilişkilerinin askeri iş birlikleri, istihbarat ortaklıkları ve karşılıklı bağımlılıklar üzerinden örülmüş bir ağ olduğu görülüyor. Ancak Kiriakou, bu ilişkinin zaman zaman ABD’nin ulusal çıkarlarını zayıflatan bir noktaya sürüklendiğini vurguluyor.

Bu durum, uluslararası siyasetin kadim sorusunu yeniden gündeme getiriyor:

“Müttefiklik, sınırları kim tarafından çizilen bir bağlılıktır; yoksa güçlü olanın çıkarlarına teslimiyet midir?”


Tel Aviv’in Vuruş Doktrini: Hedefe Giden Yolda ‘Yan Zarar’

Kiriakou’nun ortaya koyduğu bir diğer kritik başlık ise, İsrail’in saldırılarında sivil kayıpları göze alan ve hatta bunu operasyonel bir tercih olarak benimseyen yaklaşımıdır. İsrail’in geçmiş saldırı doktrinlerinde “maksimum caydırıcılık” adı altında uygulanan geniş kapsamlı yıkım stratejisi, çoğu zaman masum sivillerin ölümüne yol açan sert bir politika olarak biliniyor.

Bu strateji yalnızca askeri değil; toplumsal psikoloji ve uluslararası hukuk açısından da tartışmalı bir alan yaratıyor. Çatışma bölgelerinde “kolateral zarar” adı verilen bu kavram, Kiriakou’nun sözleriyle bilinçli bir operasyon mantığının parçası hâline geldiğinde, etik tartışmalar yeni bir seviyeye çıkıyor.

Bu yaklaşım, bölgede sadece fiziksel değil, ruhsal bir enkaz da bırakıyor. Zira her sivil kayıp, gelecekte yeni öfkelere, yeni kırılmalara ve yeni çatışmalara zemin hazırlıyor.


CIA’in Sınırları Aşan Gözetim Programları

Söyleşinin en sarsıcı bölümlerinden biri, Kiriakou’nun CIA’in gözetim faaliyetlerini anlatırken kurduğu cümlelerde saklıydı. Ona göre ajans, yalnızca potansiyel terör şüphelilerini değil, milyonlarca masum insanı da kapsayan geniş kapsamlı bir veri toplama ağı kurmuş durumda.

Bu ağ; telefon görüşmelerinden e-posta trafiğine, sosyal medya faaliyetlerinden konum verilerine kadar uzanan devasa bir izleme mekanizması anlamına geliyor.

Kiriakou’nun ifadesiyle:

“Gözetimin sınırı yoktu; çünkü sınır kavramı çoktan anlamını yitirmişti.”

Bu gözetim sistemi; güvenlik adına özgürlüklerin küçüldüğü, şeffaflık adına karanlığın büyüdüğü bir dünya düzeni yaratıyor. Asıl soru ise şu:

Gerçek güvenlik, herkesin izlenmesiyle mi sağlanır; yoksa özgürlüğün korunmasıyla mı?


Güç, Ahlak ve Geleceğin Dünya Düzeni

Kiriakou’nun açıklamaları, yalnızca bir ülkenin politikalarını ya da bir ajansın yöntemlerini eleştirmekten ibaret değil. Onun sözleri, küresel sistemin geleceğine dair derin bir kaygının da ifadesi.

Bugün devletler; milli güvenlik gerekçesiyle, ahlaki sınırları belirsizleşen operasyonlar yürütüyor. Müttefiklik ilişkileri, kendi içinde çatışan çıkarlarla örülü. Teknoloji, hem özgürlüğün hem de baskının aracına dönüşmüş durumda.

Bu karmaşık tablo, şu gerçeği bir kez daha hatırlatıyor:

Karanlıkta yürüyen güçlerin gölgeleri uzun olur. Ve bu gölgelerin uzunluğu, hakikatin üzerini örtmemeli.


Sonuç: Hakikati Arayanların Sorumluluğu

John Kiriakou’nun tanıklığı, modern çağın siyasi ve istihbari dinamiklerine dair benzersiz bir pencere aralıyor. Onun sözleri, hem cesaretin hem de bedel ödeyen bir vicdanın yankısı gibi.

Bu açıklamalar, bizlere düşen görevi açıkça hatırlatıyor:

Güç odaklarının karanlıkta yürüdüğü dünyada, hakikat arayışı asla durmamalı. Çünkü geleceği aydınlatacak olan, ışığın kendisi değil; ışığa yürümeye cesaret edenlerdir. 

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski