Barışın adı, sessizliğin gölgesinde yankılanıyor.
2025 yılı Nobel Barış Ödülü’nün açıklanması, dünya kamuoyunda beklenmedik bir yankı yarattı.
Ödülün sahibi, Venezuela muhalefet lideri María Corina Machado, ülkesinde demokrasi, insan hakları ve siyasi özgürlükler uğruna verdiği mücadelenin sembolü olarak onurlandırıldı.
Fakat bu onur, beraberinde sert bir tartışmayı da getirdi: Bir “barış ödülü” sahibi, savaşın tarafını övebilir mi?
Machado’nun ismi, yalnızca Caracas’ın politik duvarlarında değil, artık dünyanın vicdan duvarlarında da yankılanıyor.
Çünkü o, geçmişte yaptığı açıklamalarda İsrail’e destek verdiği, hatta kimi zaman Filistin trajedisine sessiz kaldığı iddialarıyla gündemde.
Bu durum, barışın anlamı üzerine evrensel bir sorgulamayı yeniden başlattı:
Barış, kimin yanında durduğumuzla mı ölçülür, yoksa kimin acısını duyabildiğimizle mi?
Bir Direnişin Hikâyesi: Venezuela’dan Nobel’e Uzanan Yol
María Corina Machado, 2000’li yıllardan itibaren Venezuela’da otoriterleşmeye karşı çıkan en güçlü seslerden biri oldu.
Hugo Chávez döneminde başlayan siyasi baskılara karşı direnen Machado, muhalif hareket “Súmate” ile seçim şeffaflığı ve demokratik süreçlerin korunması için kampanyalar yürüttü.
Defalarca gözaltına alındı, siyasi hakları askıya alındı, tehdit edildi.
Ama susmadı.
Nobel Komitesi, 2025 açıklamasında şu ifadeyi kullandı:
“María Corina Machado, baskıya karşı barışçıl direnişi ve Venezuela halkının demokratik iradesine duyduğu inanç nedeniyle bu ödüle layık görülmüştür.”
Bu cümle, dünya basınında saygıyla karşılandı. Ancak aynı gün sosyal medyada farklı bir yankı yükseldi:
“Barışın ödülünü, savaşı destekleyen birine mi verdiniz?”
İsrail Tartışması: Bir Tweet’in Yankısı
Machado’nun geçmiş sosyal medya paylaşımlarında, özellikle 7 Ekim 2023 Hamas saldırıları sonrasında yaptığı açıklamalar dikkat çekiyor.
O, terör saldırılarını kınarken şu ifadeyi kullanmıştı:
“Terörizmin her türü insanlığa tehdittir. İsrail halkının güvenliği, özgürlüğe inanan herkesin meselesidir.”
Bu cümle, Batı medyasında “terörizme karşı tutarlı duruş” olarak yorumlanırken,
küresel Güney’in — özellikle Latin Amerika, Orta Doğu ve Afrika kamuoyunun — büyük bölümünde “tek taraflı, politik körlük” olarak algılandı.
Çünkü bu sözler, Gazze’deki sivillerin yaşadığı yıkımın tam ortasında söylenmişti.
Filistinli çocuklar enkaz altındayken, barış ödülüne aday bir liderin sessizliği derin bir yankı uyandırmıştı.
Bir Paradoksun İçinde: Demokrasi Savaşçısı mı, Batı’nın Sesi mi?
Machado, uzun yıllardır ABD ve Avrupa’daki liberal çevrelerce desteklenen bir figür.
Ancak bu destek, onu Venezuela halkının gözünde bir “bağımsız ses” olmaktan zaman zaman uzaklaştırdı.
İsrail’e dair söylemleri de aynı çizginin bir uzantısı olarak görülüyor:
Batı dünyasının “barış” tanımını sorgusuzca kabul eden bir siyaset anlayışı.
Bu noktada şu soru, makalenin merkezine yerleşiyor:
“Bir ulusun özgürlüğü için mücadele eden kişi, başka bir halkın sessiz çığlıklarına kayıtsız kalabilir mi?”
Bu soru, yalnızca Machado’ya değil, aslında Nobel Komitesi’ne de yöneliktir.
Çünkü bu ödül, sadece bir kişiye değil, bir değer sistemine de verilir.
Ve o değer sistemi, giderek “jeopolitik barış” adı altında insani adaleti unutan bir yöne evriliyor.
Eleştirilerin Merkezinde: Barışın Coğrafyası
Uluslararası insan hakları örgütlerinden bazıları, Machado’nun ödülünü desteklerken,
TRT World, Al Jazeera, ve Middle East Eye gibi yayınlar, İsrail konusundaki tavrını eleştiren analizler yayınladı.
Bu medya organları, “Barış kavramının Batı merkezli anlamının yeniden tanımlanması gerektiğini” vurguluyor.
Çünkü Filistin’de akan kan, artık sadece bir coğrafyanın değil, insanlığın sınavıdır.
Sonuç Yerine: Barışın Bedeli
Barış ödülleri, insanlığın vicdanını yüceltmek için verilir.
Fakat vicdan, coğrafya tanımaz.
Eğer bir ödül, bir halkın acısını görünmez kılıyorsa, o zaman o ödül bir sessizlik madalyasına dönüşür.
Machado’nun mücadelesi saygıya değerdir, ancak onun söylemleri bize şunu hatırlatıyor:
Barış, yalnızca silahların susması değil, adaletin konuşmasıdır.
📖Batı’nın Barış Tanımı ve Filistin’in Yok Sayılan Gerçeği
“Barış, güçlünün lütfu değil, mazlumun hakkıdır.”
Dünya, barış kavramını uzun süredir Batı’nın aynasından seyrediyor.
O aynada yansıyan, çoğu zaman hakikatin kendisi değil, politik çıkarların parıltılı bir siluetidir.
2025’te María Corina Machado’ya verilen Nobel Barış Ödülü de bu siluetin son örneği oldu.
Venezuela’nın özgürlük mücadelesi ile İsrail’e duyduğu sempati arasındaki çelişki, bizi şu temel soruya götürüyor:
“Barış, kimin için adalet istendiğiyle mi ölçülür, yoksa kime sessiz kalındığıyla mı?”
Nobel Komitesi’nin Sessizliği: Vicdan mı, Diplomasi mi?
Norveç’teki Nobel Barış Komitesi, 1901’den bu yana yüzlerce kez insanlığa umut veren figürleri onurlandırdı.
Ancak bu tarih, aynı zamanda çelişkilerle dolu bir vicdan arşividir.
1960’larda Martin Luther King, 1980’lerde Lech Wałęsa, 1990’larda Aung San Suu Kyi,
ve 2012’de Avrupa Birliği’nin kendisi — hepsi “barış” adına ödüllendirildi,
ama her biri zamanla barışın siyasetle ölçülür hale geldiğini kanıtladı.
Komite, genellikle Batı’nın stratejik alanlarına yakın olan figürleri tercih etti.
Soğuk Savaş döneminde Sovyet karşıtı direnişçiler,
21. yüzyılda ise Batı’nın demokrasi modelini temsil eden liderler öne çıkarıldı.
Filistin’de, Yemen’de, Afganistan’da akan kan ise ödül sahnesine hiçbir zaman davet edilmedi.
Filistin’in Yok Sayılan Gerçeği
Filistin halkı, yüzyıla yaklaşan bir süredir barışın dilinde hep dipnot olarak yer aldı.
Savaşlar, ambargolar, işgaller, ve en sonunda 2023 sonrası yıkıcı bombardımanlar...
Bir halk, gözlerimizin önünde sessizce silinirken, “uluslararası hukuk” denen yapı susmayı seçti.
Nobel Barış Ödülü tarihinde, tek bir Filistinli isim bile bireysel olarak ödüllendirilmedi.
1994’te İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin ve Şimon Peres,
Filistin tarafında ise yalnızca Yaser Arafat ödüle ortak edildi.
Fakat o ödül, “Oslo Barış Anlaşması”nın ardından geldi —
ve barıştan ziyade, İsrail’in güvenlik kaygılarını merkezine alan bir anlaşmanın sembolüydü.
Filistin, o anlaşmada bile bir “özne” değil, bir “şart” olarak yer aldı.
Bugün Machado’nun İsrail’e yönelik destek sözleri, işte bu tarihsel sessizliğin yankısıdır.
Batı’nın barış anlayışı, mazlumun değil, sistemin huzurunu korumayı hedefliyor.
Barışın Coğrafi Eşiği: Kuzey’in Tanımı, Güney’in Gerçeği
Batı merkezli dünya düzeni, “barış” kelimesini kendi lügatinde yeniden tanımladı:
- Barış, askeri gücün “düzen” sağlamasıdır.
- Barış, piyasanın istikrarıdır.
- Barış, medya kontrolüyle sessizliğin sürmesidir.
Oysa Güney’in, yani Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ve Asya’nın halkları için barış,
ekmek kadar, su kadar, onur kadar somut bir şeydir.
Bir annenin çocuğunu toprağa vermemesi, bir gencin evine bombalar altında değil umutla dönmesidir.
Filistin’de her gün öldürülen çocuklar, aslında “barış” kelimesinin Batı’da nasıl kirletildiğini gösteriyor.
Çünkü o kelime, artık adaletin değil, güç dengesinin diliyle konuşuyor.
Nobel’in Sorgulanması: Küresel Adalet mi, Siyasi Araç mı?
Nobel Barış Ödülü, giderek bir “jeopolitik onay mekanizması”na dönüşüyor.
Bir ülkede seçim olur, Batı destekli lider kazanır — ödül gelir.
Bir aktivist otoriter rejime karşı çıkar ama Batı’yla uyumluysa — ödül gelir.
Bir ülke İsrail’i eleştirirse — o ülkenin sesi Nobel sahnesine asla ulaşmaz.
Bu düzende, barış ödülleri artık “kim hak etti?” sorusundan çok,
“kim uygun görüldü?” sorusuna yanıt verir hale geldi.
María Corina Machado’nun ödülü de bu açıdan bir dönüm noktasıdır.
Çünkü bu ödül, demokrasi mücadelesi kadar Batı’nın kendi müttefiklerini yüceltme alışkanlığının da bir ifadesidir.
Sonuç Yerine: Gerçek Barışın Coğrafyası
Gerçek barış, politik merkezlerde değil, mazlumun kalbinde doğar.
Bir halkın gözyaşını görmezden gelen hiçbir ödül, insanlık onuruna ışık tutamaz.
Bugün barış ödülleri, sessizliğin gürültüsüne karışmış durumda.
Ama tarihin tanıkları biliyor:
Adaletin sesi, en sonunda her ödülün sesinden daha yüksek çıkar.
📖Küresel Vicdanın Çöküşü: Medya, Güç ve Barışın Propagandası
“Hakikat, kameranın baktığı yönde değil, gözden kaçırılan karede gizlidir.”
Barış, yalnızca savaşsızlık değildir.
Barış, bir anlatıdır.
Ve o anlatı bugün, küresel medya devlerinin elinde yeniden yazılıyor.
Bir halk ölürken kameralar başka yöne çevriliyor;
bir şehir yıkılırken, manşetlerde “karşılıklı çatışma” yazıyor.
İşte bu çağın en sessiz felaketi budur:
Hakikat, ‘tarafsızlık’ kisvesi altında susturuluyor.
Batı Medyası: Gerçeğin Kurgusu
Batı medyası, özellikle İsrail-Filistin çatışmasında, “denge” adı altında açık bir yönlendirme pratiği sürdürüyor.
Gazze’de bir hastane vurulduğunda, başlıklar genellikle şu şekilde atılıyor:
“İsrail ve Hamas birbirini suçladı.”
Bu ifade, sorumluluğu dağıtarak suçu görünmez kılar.
Gazze’de yıkılan bir okulun ardından, çocukların ölümleri “çatışmanın yan etkisi” olarak sunulur.
Oysa bu dil, şiddeti sıradanlaştırmanın en etkili aracıdır.
Sözcüklerin İdeolojisi
- “Rehine” denir İsrail’de tutulan sivillere,
ama “mahkûm” denir yıllardır hücrelerde çürüyen Filistinlilere. - “Kendini savunma hakkı” İsrail’in doğal hakkı olarak görülür,
ama “direniş hakkı” Filistin’e yakıştırılmaz. - Ve her şeyden önemlisi, “barış”, çoğu zaman “itaat” anlamına gelir.
Batı medyası, dili bir silah gibi kullanır;
çünkü kelimeler, savaşın görünmez mermileridir.
Propagandanın Yeni Çağı: Dijital Barış Endüstrisi
Artık propaganda yalnızca gazetelerde değil;
YouTube algoritmalarında, Twitter etiketlerinde, TikTok videolarında dolaşıyor.
Barış bile bir pazarlama ürünü haline geldi.
İsrail ordusunun sosyal medya hesapları, profesyonel reklam ajanslarının ürettiği videolarla “barış operasyonları”ndan söz ediyor.
Renkli grafikler, gülümseyen askerler, teknolojik “akıllı bombalar”...
Savaş, bir reklam filmi estetiğine bürünmüş durumda.
Batı’daki büyük medya grupları da bu dili yeniden üretir.
“İnsani yardım koridoru” denir,
ama o koridorun bir ucunda yıkılmış şehirler, diğer ucunda suskun dünya liderleri vardır.
Sessizliğin Değeri: Kimin Susturulduğu Unutuluyor
Medyanın en büyük suçu, yalnızca söylediği yalanlar değildir;
söylemediği gerçeklerdir.
Gazze’de bir çocuğun ismi habere sığmaz,
ama o çocuğun ölümünden sonra yapılan diplomatik açıklama manşet olur.
Filistinli bir annenin ağlayışı görüntülenmez,
ama Batılı bir liderin “derin endişesini” belirten cümlesi defalarca tekrarlanır.
Sessizlik, bazen yalandan daha güçlü bir silahtır.
Barışın Markalaşması: Küresel Algının Tasarımı
- yüzyılın uluslararası diplomasisi, “barış”ı bir marka gibi konumlandırıyor.
Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği ve küresel vakıflar,
barışı tıpkı bir teknoloji ürünü gibi “lanse ediyor”:
modern, sürdürülebilir, yönetilebilir bir sistem.
Ama bu sistemin üretim merkezleri kuzeyde, tüketicileri güneyde.
Bir Batı ülkesi askeri müdahaleyi “barışı koruma misyonu” olarak tanımlar,
ama aynı müdahalenin sonuçlarını yaşayan halklara “sabır” tavsiye edilir.
Gerçek barış ise markalaşmaz.
Gerçek barış, bir halkın nefes alabilme hakkıdır.
Ve bu hak, hiçbir sponsorluk anlaşmasına sığmaz.
Sonuç Yerine: Medyanın Aynasında Vicdanın Yansıması
Küresel medya, artık hakikati değil, rahatlatılmış izleyiciyi hedefliyor.
Bir haberin amacı bilgilendirmek değil, duyguyu yönlendirmektir.
Bu yüzden Filistin haberleri izlenirken acı değil, “bıkkınlık” üretilir.
İzleyici yavaşça uyuşur; vicdanlar reklamlardan sonra kapanır.
Ama yine de, kameraların kör noktasında bir gerçek kalır:
“Barış, anlatılamayanların sessizliğinde doğar.”
Sessizliğin Ötesinde: Yeni Bir Vicdan Hareketi
Bir çağın kalbi sessizse, o çağın dili propaganda olur. Bugün insanlık, kelimelerle değil, sessizliklerle yönetiliyor. Barış adına ödül dağıtanlar, savaşın sponsoru şirketlerle el sıkışıyor. “İnsani değerler” denilen kavram, diplomatik metinlerin steril satırlarında, acının gerçeğinden kopuk bir süs haline gelmiş durumda.
Ama her sessizliğin içinde, bir yankı doğar. Ve bu yankı artık dünyanın dört bir yanında duyuluyor.
Vicdanın Yeniden Dirilişi
Artık yeni bir barış dili doğmak zorunda. Bu dil; uluslararası bildirilerden değil, sıradan insanların yüreğinden yükselecek.
Bir Filistinli çocuğun korkusuz bakışından, bir İsrailli annenin vicdan muhasebesinden, bir Avrupalı gencin sokakta taşıdığı “justice for all” pankartından…
Vicdan, hiçbir ulusa, dine ya da ideolojiye ait değildir. O, insanlığın ortak hafızasında atmaya devam eden kalptir.
Yeni bir vicdan hareketi, tam da bu noktada filizleniyor. Adını koymasak da, dünyanın her yerinde insanlar aynı şeyi hissediyor:
Yalan barışı reddetme cesareti.
Dijital Çağın İsyanı
Artık hakikat, ekranlara sığmıyor. Sosyal medya, sadece bir paylaşım alanı değil; küresel vicdanın yeni meydanı haline geldi.
Tiwiti10 gibi dijital platformlar, bu hareketin kalemleri olacak — sesi susturulanların yankısı, görünmez olanın görünürlüğü.
Çünkü barış, yalnızca savaşsızlık değil; adaletin dijital çağda da eşit biçimde var olabilmesidir.
Bir Uyanış Çağrısı
Bu yeni vicdan hareketi, devrim değil; uyanıştır.
İnsan, kendi kalbini yeniden dinlemeyi öğrenirse, dünya da iyileşmeye başlar.
Ödüller, anıtlar, büyük konuşmalar unutulur… ama bir insanın adalete dair fısıltısı bile çağları aşar.
O hâlde, bugünün barış ödülünü bir kadına değil; insanlığın susmayan vicdanına verelim.
Çünkü barış, artık törenlerde değil — halkların yüreğinde yeniden yazılıyor.