Sessizliğin Bedeli: Görmezden Gelinen Hadsizlik ve Yükselen Cüret
Hayat, bize yalnızca sevinçleri değil, sınırlarımızı da öğretir. Fakat çoğu zaman, sükûneti yanlış anlar; barışı korumak uğruna onurumuzdan, hakkımızdan, en önemlisi de kendimize olan saygımızdan ödün veririz. Ne yazık ki görmezden gelinen her saygısızlık, yalnızca bir anlık rahatlık sağlamaz; aynı zamanda hadsizliğin büyüyen bir gölgesi olur ve bu gölge, giderek karanlığı daha da koyulaştırır.
İnsan, çoğu zaman “idare etmenin” erdem olduğunu düşünür. Sessiz kalmak, mesele büyümesin diye susmak… Ancak bu tutum, niyetimiz ne kadar iyi olursa olsun, haddini bilmeyene davetkâr bir kapı aralar. Sınır çizilmedikçe, saygısızlık cesaret bulur; görmezden gelindikçe, had bilmezlik çoğalır. Ve bir gün fark ederiz ki, suskunlukla ördüğümüz duvar, bizi değil, hadsizliği korur hâle gelmiştir.
Görmezden gelmek çoğu zaman kolaydır; zira çatışmadan kaçınmak, huzurlu kalmak isteriz. Fakat uzun vadede, sessizliğimizin bedeli ağırdır. Çünkü saygısızlık, tepki görmediği yerde kök salar ve derinleşir. Sınır çizilmeyen her söz, uyarılmayan her tavır, hatırlatılmayan her kural; hadsizliği normalleştirir, meşrulaştırır ve hatta ödüllendirir. İşte o vakit, en tehlikeli dönüşüm gerçekleşir: Nezaket zayıflık, sessizlik onay, suskunluk ise teslimiyet gibi algılanır.
Elbette, hakkımızı savunmak kaba olmak değildir. Haddini bildirmek, birini kırmak için değil; kendimizi korumak, değerlerimizi muhafaza etmek ve toplumsal dengeyi sürdürmek içindir. Çünkü sınır çizmek; hem kendimize hem de muhatabımıza saygının bir ifadesidir. Unutmamak gerekir ki, kişisel sınırlar, insan ilişkilerindeki en güçlü ve en sağlıklı köprüdür.
Hayatı daha onurlu, daha huzurlu ve daha gerçek kılmanın yolu; hadsizliği görmezden gelmekten değil, onu yerinde ve ölçülü bir şekilde durdurabilmekten geçer. Böylece ne suskunluğumuz zayıflığa dönüşür, ne de sesimiz öfkeye teslim olur.
Unutmayalım ki; sessiz kalmak bazen asalettir, ama her sessizlik asalet değildir. Bazen de hakkımızı savunmak, en büyük asalettir.
Suskunluğun Duvarı
Bir adım geri çekildim,
Kırılmasın diye sessizliğin camı.
Bir söz sustum, iki göz yumdum,
Sanırdım ki barış, kendiliğinden doğar.
Oysa görmezden gelinen her taş,
Duvarın üstüne koyulur bir bir;
Ve bir bakarsın, o duvar
Beni değil, hadsizliği korur hâle gelir.
Ne kadar sustuysam, o kadar büyüdü gölgeler,
Haddini aşan cesaretle doldu nefesler.
Bir damla sabır, bir nehir taşkınına döndü,
Ve ben, kendi suskunluğumda kayboldum.
Oysa bir kelime yeterdi: “Dur!”
Bir bakış, bir sınır, bir çizgi…
Ne kaba, ne kırıcı; yalnızca bir hatırlatma:
Burada onurum var, burada ben varım.
Anladım ki; susmak her zaman erdem değil,
Bazen en büyük asalet, sesini yükseltmektir.
Kendine, değerlerine, sınırlarına sahip çıkmak;
Ve gölgelere değil, ışığa tutunmaktır.
Yorum Gönder