Ya insan hakları beyannamesi evrensel değil, ya da bu çocuklar evrende değil

 



“Ya insan hakları beyannamesi evrensel değil, ya da bu çocuklar evrende değil!”

Gazze’nin yetimleri hatırına SUSMA!

Bir çocuğun gözyaşı, insanlığın sessiz çığlığıdır. Gazze’de toprağa düşen her çocuk, sadece bir can kaybı değildir; vicdanımızın yankılanan sessizliği, küresel adaletin paramparça oluşudur. Bugün bir kez daha soruyoruz: “Ya insan hakları beyannamesi gerçekten evrensel değil, ya da bu çocuklar evrende değil!”

Gazze’de yetim kalan çocuklar, birer istatistik değil; hayalleri, hikâyeleri ve umutlarıyla insanlığın yüzleşemediği acı bir gerçektir. Onlar, dünyanın en soğuk suskunluğu karşısında en sıcak feryadı yükselten sessiz kahramanlardır. Yetimlik, zaten ağır bir yükken; bombaların gölgesinde büyümek, onların kaderi olmamalıydı. Ama oldu… Ve bu kader, insanlığın ortak suskunluğuyla mühürlendi.

Bugün Gazze’de yetim kalan bir çocuk, yarın sadece bir birey değil; bir kuşağın, bir halkın, hatta insanlığın yaralı vicdanıdır. Bir annenin şefkati, bir babanın koruyucu eli, bir evin duvarları… Bunlar, onların dünyasında çoktan yıkıldı. Peki biz ne yaptık? Gözlerimizi kapadık, kulaklarımızı tıkadık ve “evrensel” dediğimiz hakların onlar için işlemediğini kabul ettik.

Sessiz kalanların ortak günahı

Her sessizlik, zalimin cesaretidir. Her suskun bakış, bombalara atılan yeni bir kibrittir. Bugün Gazze’de yetim kalan çocukların gözlerine bakmaya cesareti olmayan bir dünyanın, insan haklarından söz etme hakkı var mı? Evrensel beyannameler, çocuk hakları sözleşmeleri, imzalar, mühürler… Hepsi kâğıt üzerinde güçlü, sahada ise bir o kadar sessiz.

Gazze’nin yetimleri, bu suskunluğu görüyor. Dünya medyasının bir günlüğüne duyduğu merhametin, ertesi gün borsa verilerine gömülüşünü görüyor. Kalemlerin kınadığı, dillerin lanetlediği zulmün ertesi gün nasıl unutuşa terk edildiğini de görüyor. Ve biz, onları “yetim” bırakmakla kalmıyor; umutlarını da yetim bırakıyoruz.

“Gazze’nin yetimleri hatırına SUSMA!”

Bu sadece bir çağrı değil; bir sorumluluk, bir vicdan emridir. Çünkü susmak, uzak kalmak, görmezden gelmek; her patlayan bombada bir çocuğun yetim kalmasına ortak olmaktır. Bir gün çocukların gülüşüyle aydınlanacak bir dünyayı inşa etmek istiyorsak, önce zulmün gölgesine sessiz kalmaktan vazgeçmeliyiz.

Ses çıkar. Kalemini oynat. Dua et. Paylaş. Anlat. Çünkü suskunluk, en derin ihanettir. Ve bil ki, Gazze’nin yetim kalan çocukları bu dünyanın çocuklarıdır; onların gözyaşı da insanlığın suyu kadar gerçektir.

Ya insan hakları beyannamesi gerçekten evrensel değildir, ya da biz evrensel vicdanımızı çoktan kaybettik.
Gazze’nin yetimleri hatırına SUSMA!
Çünkü sessizliğin bedelini her zaman masum çocuklar öder…


Bir Yetimin Gözünden: Fanusun Ötesinde

Adım Yusuf.
Ben Gazze’nin kırık taşlı bir sokağında, yıkılmış bir evin gölgesinde büyüyen bir çocuğum.
Gözümde hâlâ babamın yarım kalan duası, annemin sesi, kardeşimin hayalleri…
Ve bir gece, düş ile gerçeğin birbirine karıştığı o anda, kendimi tuhaf bir odanın kapısında buldum.

İçeride uzun bir masa vardı; dünyanın en güçlü adamları ve liderleri oradaydı:
Erdoğan, Trump, Putin, Macron, Şi Cinping, Sunak ve Guterres…
Hepsinin gözleri önümde duran “Gazze’nin Yetim Defteri”ne bakıyordu.

Ben bir yetim olarak konuşamasam da, gözlerimle oradaydım; bir çocuk kalbinin taşıdığı kırgınlıkla dinledim:

Erdoğan dedi ki:

“Mazlumun duası arşa çıkar; o dua, bu odadaki en yüksek sözdür.”

Trump ellerini açtı, sesi beklediğimden daha yumuşaktı:

“Ben bile, önce kendim dedim… Ama bir çocuğun bakışı, bütün politik hesaplardan daha büyük.”

Macron başını eğdi, kelimeleri yutkuna yutkuna söyledi:

“Bazen konuşuruz ama yetimin gözyaşına dokunamayız… Bu, en büyük ayıbımız.”

Putin’in dudaklarının kenarında buz gibi bir cümle:

“Güç, yetim bir çocuğun kalbinde hükmünü kaybeder.”

Şi Cinping, kısa ve ağır bir cümleyle:

“Dünyanın en yüksek duvarı bile, yetimin gözyaşını durduramaz.”

Sunak fısıldadı:

“Bizim suskunluğumuz, onların feryadını çoğaltıyor.”

Ve Guterres, deftere bakarken mırıldandı:

“Ya insan hakları beyannamesi gerçekten evrensel değil… ya da siz evrende değilsiniz.”


Ben Yusuf…
O odada konuşulanları bir yetim yüreğime yazdım.
O sözler çok güzeldi, çok büyüktü; ama o fanusun içindeki mum sönünce, yine sessizliğe büründüler mi, bilmiyorum.

Bizim sokaklarımız hâlâ yıkık.
Biz hâlâ yetimiz.
Ama hâlâ bekliyoruz…
Belki bir gün, bir lider sözünü tutar.
Belki bir gün, biz de bu evrene ait olduğumuzu hissederiz.


Gazze’nin Yetim Defteri

Bir defter var masanın ortasında,
Tozlu, yıpranmış, kapağı yanık…
Sayfalarında ne yıldız, ne bayrak var;
Sadece yetimlerin sessiz duaları.

O sayfalarda ben varım: Yusuf…
Sırtımda taşların ağırlığı,
Gözümde bombaların ışığı,
Ve içimde bitmeyen bir soru:
“Ya insan hakları evrensel değil,
ya da biz evrende değil miyiz?”

Bir gece, dünya sustu;
Erdoğan’ın dudaklarından dua döküldü,
Trump’ın sesinde ilk kez titrek bir insan sesi,
Putin’in bakışında buz gibi bir gerçek,
Macron’un kelimeleri sustu,
Şi Cinping’in suratı gölgede kaldı,
Sunak’ın kalbi sessizce çarptı,
Ve Guterres, deftere bakarak fısıldadı:

“Yetim bir çocuk, insanlığın aynasıdır…”

Ama biz hâlâ buradayız,
Yıkılmış duvarların ardında,
Yetim kalmış hayallerin tam ortasında…
Ve siz orada, cam fanusun içinde,
Bize dokunamayan sözlerle konuşuyorsunuz.

Oysa yetimin duası,
En yüksek sarayın duvarını aşar,
En sessiz kalbin kapısını çalar…
Bir gün, belki gerçekten duyarsınız:
Suskunluk, zulmün kardeşidir.

Ve biz, bu deftere düşen her gözyaşında,
Sadece kendimizi değil,
Sizin insanlığınızı da yetim görüyoruz…


Bir Yetimin Ağzından

Ben Yusuf…
Sesim küçük, yüreğim yorgun.

Babam yok, annem yok…
Gökyüzü hâlâ var ama mavi değil.
Taşlar konuşuyor, insanlar susuyor.

Bir gece, koca adamlar bir masanın etrafında toplandı,
Erdoğan dua etti, Trump düşündü, Putin sustu…
Duydum hepsini.
Ama sesleri kalbime dokunmadı.

Biz hâlâ buradayız,
Yıkık duvarların dibinde,
Unutulmuş sokaklarda,
Yetim kalmış düşlerimizle…

Duyun bizi…
Biz sayı değiliz, biz taş değiliz.
Biz de bu dünyaya aitiz.
Ama galiba kimse inanmıyor.

O deftere bir dua yazdım:
“Allah’ım, bir gün bizi de görsünler…”

Ve bekliyorum hâlâ…
Belki bir gün, gerçekten görürler diye.

Post a Comment

Daha yeni Daha eski