Zenginler İçin Çalışan Ev İşçilerinin Hayatı: “Altın Kaplamalı Sömürü”
Yaldızlı kapıların ardında bir sessizlik yankılanır; kristal avizelerin ışığıyla aydınlanan salonlarda, görünmez ellerin dokunuşu hissedilir. İşte orada, hayatın en ağır yükünü omuzlarında taşıyan; görünmeyen, adı anılmayan ev işçileri vardır. Onlar, refahın parlak yüzünü cilalarken, kendi hayatlarından ve hayallerinden birer parça feda ederler.
Dışarıdan bakıldığında bu hayat, görece konforlu görünebilir: lüks konaklarda kalmak, gösterişli sofralarda artan yemeklerden nasiplenmek, belki de patronlarının seyahatlerinde onlara eşlik etmek… Fakat bu, “altın kaplamalı” bir gerçektir; içi yine de sömürüdür.
Sonsuz Mesailer, Görünmeyen Yorgunluklar
Ev işçilerinin mesaisi, güneş doğmadan başlar ve çoğu zaman gecenin koynunda biter. Patronlarının hayatını kolaylaştırmak uğruna, kendi ailelerini, çocuklarını ve hayallerini geride bırakırlar. Zamanla, bir evin duvarlarına sığmayan yorgunlukları büyür; ne bir resmi mesai saati vardır ne de hak ettikleri dinlenme molaları…
İşte burada, görünmeyen bir adaletsizlik kök salar: İşçiler, “ailenin bir parçası” oldukları söylenerek daha az maaşla, daha uzun saatlerle çalıştırılır; duygusal bağlılık ve minnettarlık, gerçek bir sosyal güvence ya da adil bir ücretin yerini alamaz.
Altın Renkli Zincirler
Bazı zengin aileler, işçilerine iyi davranmanın, onları lüks bir ortamda yaşatmanın, haklarını ödemek kadar değerli olduğunu düşünür. İşçilerin maaşları “ortalamanın üstünde” olabilir; fakat çoğu zaman bu ücret, özgürlüklerinin, özel hayatlarının ve insan onurunun bedeli olur. Bu zincirler altın rengindedir; ama hâlâ zincirdir.
Onların emeği; göz alıcı villaların temizliğinden çocuk bakıcılığına, aşçılıktan bahçıvanlığa kadar geniş bir yelpazeye yayılır. Fakat çoğu zaman bu emek, “görülmez” sayılır. İşçilerin yüzleri unutulur; onların yerine, gösterişli hayatların pırıltısı hatırlanır.
Gurbet ve Yalnızlık
Bu hikâye, yalnızca yorgunluktan ibaret değildir; çoğu ev işçisi, kendi ülkelerinden binlerce kilometre uzağa giderek çalışır. Dilini bilmedikleri, kültürünü tanımadıkları topraklarda; kimi zaman küçük bir odada, kimi zaman penceresiz bir köşede barınırlar. Dışarıdan bakıldığında, “büyük evlerde yaşıyorlar” denir; ama o evin içinde bile kendilerine ait gerçek bir yer bulamazlar.
Bir anne, kendi çocuğunu bırakıp başkasının çocuğunu büyütürken; bir kardeş, kendi ailesini yıllarca göremeden başkasının ailesine hizmet ederken; içlerinde büyüyen sessiz bir keder vardır.
Bir Vicdan Muhasebesi Zamanı
Modern dünyanın lüksü, aslında görünmez bir emeğin üzerinde yükselir. Toplumsal adalet, yalnızca fabrikalarda ya da ofislerde değil; evlerin içinde, mutfaklarda, çamaşır odalarında da sorgulanmalıdır.
Ev işçiliği, sıradan bir meslek değil; insani onurun, saygının ve hakkaniyetin en hassas sınavıdır. Onlara hak ettikleri ücret, saygı ve sosyal güvence sağlamak; yalnızca “iyilik” değil, bir toplumsal zorunluluktur.
Altın kaplamalı sömürüyü, parıltılı maskesinden sıyırıp gerçek yüzüyle görmek, daha adil bir dünya için atılacak ilk adımdır. Çünkü insan onuru, hangi evde çalışırsa çalışsın; her zaman korunması gereken en büyük zenginliktir.
Yorum Gönder