Avrupa’da Bazı İmamların İsrail Ziyareti: Temsil Krizi mi, Siyasi Bir Gölge Oyunu mu?

 



Avrupa’da Bazı İmamların İsrail Ziyareti: Temsil Krizi mi, Siyasi Bir Gölge Oyunu mu?

Dünya, hakikatin deforme olduğu, imgelerin gerçeğin önüne geçtiği bir çağdan geçiyor. İnanç, nice asırdır insanlığın ruhunu besleyen, gönlünü aydınlatan bir nehir iken; ne yazık ki bugün, menfaatlerin ve siyasetin puslu rüzgarlarıyla kirlenmeye yüz tutuyor.

Son dönemde Avrupa merkezli bazı imamların İsrail’e yaptıkları ziyaret, yalnızca bir diplomasi gezisi olarak sunulsa da, kalbinde iman taşıyan milyonların vicdanında derin yaralar açtı. Çünkü bu ziyaret, salt bir gezi olmanın çok ötesinde, inancın temsil makamına oturanların kim adına ve hangi niyetle konuştuklarını sorgulatan bir hadisedir.

Bir Ziyaretten Öte: Sembollerin Gücü

İmamlık, sadece camide namaz kıldırmakla sınırlı bir görev değildir; kalpleri birbirine bağlayan, topluma yön veren, adalet ve hakkaniyeti temsil eden bir makamdır. Bu makamda olanların attığı her adım, söylediği her söz; sadece kendilerini değil, inandıkları dini de temsil eder.

Ancak İsrail’e yapılan bu ziyaret, özellikle Filistin’de yıllardır süren zulüm, işgal ve insani trajedilerin gölgesinde, çok daha derin anlamlar taşır. Semboller bazen kelimelerden daha güçlüdür; işte bu yüzden, ziyaretin kendisi bile masumiyet perdesini yırtıp atar.

Siyonizmin Gölgesinde Kaybolan Temsil

Sözde “diyalog” ve “barış” adına yapılan bu seyahatler, İslam’ın hakikatini ve mazlumların duasını temsil etmez; aksine, zulmü meşrulaştıran bir propaganda fotoğrafına dönüşür. Bu tür ziyaretler, İslam’ın adalet ve merhamet öğretisini değil; güçlünün yanında saf tutmayı, hakikati çarpıtmayı temsil eder.

Ne yazık ki, bu şahıslar bir yandan “imam” unvanını taşırken, diğer yandan zulme ve işgale karşı dilsiz şeytan olmayı tercih etmiş; hatta daha ileri giderek, Siyonizmin çıkarlarına hizmet eden bir rol üstlenmişlerdir. Onlar ne Kur’an’ın adalet çağrısını, ne de Hz. Peygamber’in mazlumdan yana olan mirasını temsil ediyor.

Hakikatin Yanında Olmak: Zor ama Onurlu Yol

Gerçek temsil; zor olandır. Mazlumun yanında dimdik durmak, popüler görünmeyi değil; hakikati savunmayı gerektirir. Görkemli toplantı salonlarında poz vermek değil; işgal altındaki topraklarda ağlayan bir çocuğun gözyaşını görmektir.

Bugün İslam dünyasının asıl ihtiyacı, Siyonist projelere alkış tutan maskeli imamlar değil; hak ve adalet uğruna bedel ödemeyi göze alabilen yürekli alimlerdir. Çünkü iman, yalnızca kelimelerden değil; zalimin karşısında susmamaktan beslenir.

Bu ziyaretler, bir temsil değil; bir teslimiyet resmidir. Avrupa’daki bazı imamların attığı bu adım, ne İslam’ın özünü, ne de Müslüman halkların onurunu yansıtır. Aksine, tarihin vicdanında utançla anılacak bir yanlış olarak kalacaktır.

Unutmayalım ki:

“Devleti için hiçbir şey feda etmemiş olan insanlar, devleti için evladını, kardeşini, canını verenleri anlayamaz.”
Ve inancı, mazlumların duasını, şehitlerin kanını temsil edemeyenler; ne kadar güzel konuşsalar da hakikati asla temsil edemezler.


Tarihsel Hafızanın Işığında: Kimin Yanında, Kimin Karşısında?

Tarih; yalnızca zaferlerle değil, ihanetlerle de yazılır. Bir milletin, bir inancın temsilcileri; işgalin ve zulmün karşısında susmayı seçtiğinde, sadece kendi onurlarını değil, ardında saf tutan milyonların da gönlünü yaralar.

Ne acıdır ki; Kudüs’ün taşlarına, Mescid-i Aksa’nın duvarlarına sinmiş bin yıllık dualar; bugün, poz veren ve tebessüm eden bazı imamların görüntüleriyle lekelenmeye çalışılıyor. Fakat hakikat, ne kadar gölgelenirse gölgelensin; mazlumun ahı, zulmün reklamını yapanlardan daha gür çıkar.

Avrupa İslam’ının Krizi: Kimlik ve Temsil Bunalımı

Avrupa’da doğup büyüyen, moderniteyle hesaplaşmaya çalışan ve bir yandan da devletlerin baskı ve yönlendirmeleriyle yüzleşen Müslüman topluluklar; bugün kimliklerini temsil etmekte büyük bir sınav veriyor. Bu toplulukların öncülüğüne soyunan bazı “resmi” imamlar, ne yazık ki çoğu zaman devletlerin ve uluslararası lobilerin gölgesinde hareket ediyor.

İşte tam da bu yüzden; bir “ziyaret” basit bir program değil, derin bir ideolojik tercih anlamına geliyor. Çünkü o ziyarete katılan her isim, artık sadece kendini değil; ardında saf tutan cemaatini, ümmeti ve İslam’ın adalet mesajını temsil eder hale geliyor.

Mazlumların Gözünden Bakmak

Filistinli bir annenin gözünden bakabilseydik o fotoğraflara; ne görürdük? Belki, evladının mezarı başında ellerini semaya kaldırırken ettiği duaya ihanet edenleri...
Ya da İsrail hapishanelerinde yıllardır tutsak edilen bir gencin gözünden; kimlerin adalet istediğini, kimlerin sadece protokol salonlarını süslediğini görürdük.

Gerçek temsil; kameraların önünde değil, yıkıntılar arasında yapılan bir dua, zalimin karşısında susmamak, mazlumun yanında saf tutmaktır. Çünkü bir imam; yalnızca devlet protokollerine göre konuşan memur değildir, halkın sesi, vicdanın tercümanıdır.

Siyonist Projelerin Kullanışlı Figürleri

Dünyanın dört bir yanında yürütülen algı operasyonları; İslam’ı “ılımlı” ve “zararsız” bir surete indirgemek, direnişi ve adaleti savunan asıl sesi susturmak ister. Bu stratejide, kendilerini “temsilci” olarak gösteren ama hakikati çarpıtan isimler kritik rol oynar.

Bu isimler, sözde barış çağrılarıyla gerçek zulmü görünmez kılar; İslam’ın asıl ruhunu – yani zalime karşı duran, hakkı savunan, mazluma kol kanat geren sesi – sessizliğe mahkûm eder. İşte bu yüzden, bu imamlar ne yazık ki hakikatin tarafında değil; tarihte “kullanışlı figür” olarak anılacak bir çizgide duruyorlar.

Varlık Nedeni: Adalet ve Şahitlik

Kur’an bize şöyle seslenir:

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun.” (Maide, 8)

İmam; bu ayetin ete kemiğe bürünmüş halidir. Adaleti savunmayan, mazlumun gözyaşını görmeyen; hangi kürsüde konuşursa konuşsun, hangi protokolde poz verirse versin, asla gerçek imam olamaz. Çünkü temsil; cübbe giymekle, camide hutbe okumakla değil; zulme karşı söz söylemekle mümkündür.

Son Söz: Hakikat Kayıt Tutar

Bugün Avrupa’da bazı imamlar; İsrail ziyaretleriyle “ılımlı” bir İslam imajı pazarlıyor olabilir. Fakat hakikat, ne medyanın manşetlerinde, ne de resmi fotoğraflarda yazılır.
Hakikat; işgal altındaki topraklarda ağlayan bir çocuğun duasında, bir annenin sabaha kadar ettiği yakarışta, bir gencin zindanda sabırla bekleyişindedir.

Tarih, bu imamları; ne söyledikleriyle değil, neyi söylemedikleriyle, kimin yanında durduklarıyla değil, kimin sessizliğine ortak olduklarıyla yazacaktır.

Unutmayalım:

Bir toplumu ayakta tutan, sayıları milyonları bulan kalabalıklar değil; hakkı haykırmaktan korkmayan bir avuç insanın vicdanıdır.


Tarihten Bir Ayna: Hakikatin Bedeli

Tarih boyunca hakkı haykırmak kolay olmadı. Abbâsî sarayında zalim halifeye “Adaletin neresindesin?” diye soran bir âlim, sürgünle ya da zindanla karşılaştı. Endülüs’te, Haçlı işgaline karşı söz alan kadılar, tehdit gördü. Osmanlı’da bile saray kapısına dayanan bir halk “Hakkımızı isteriz” dediğinde, en önde yürüyenler çoğu kez ulemaydı.

Çünkü gerçek temsil, makamı değil, bedeli olan bir yükü omuzlamaktır. Bu yüzden tarihte hakkı haykıranlar; mevkilerini değil, mazlumların gönlünü kazanmışlardır.

Bugün ise bu ziyaretlerdeki en büyük trajedi; temsilin makam değil, iman ve vicdan olduğunun unutulmasıdır.

Modern Dünyada ‘Temsil’ Krizi

Modern Avrupa’da yetişen bazı imamlar, iki farklı baskı arasında sıkışıyor:

  • Bir yanda, devletlerin ve büyük lobilerin “ılımlı, sessiz ve siyasi gündemle uyumlu” bir din talebi,
  • Diğer yanda, cemaatlerin ve ümmetin yüreğindeki adalet arzusu.

Bu gerilimde kimi imamlar; zorlukları göze almak yerine, rahat konumlarını korumayı, resmi davetlerde boy göstermeyi seçiyor. Böylece temsil, halktan kopuk; inancın değil, siyasi dengelerin ve diplomatik çıkarların tercümanı hâline geliyor.

İdeolojik Kıskacın Dili: Ilımlı ve Zararsız İslam

Sistem, İslam’ı dönüştürmek istiyor:
Mazlumdan yana olan, zalime söz söyleyen; sadece ritüellerden ibaret olmayan; sosyal adaleti ve direnişi de savunan bir İslam yerine; “ılımlı”, “protokol dostu” ve “zor sorular sormayan” bir İslam...

Bu dönüşüm; en çok imamların diliyle inşa ediliyor. Çünkü dinin sesi en güçlü kürsülerden, minberlerden yükselir. Eğer o kürsüler; işgal ve zulüm karşısında susuyorsa, inanç topluma artık vicdan değil, yalnızca törensel bir teselli sunar.

Kimin Sesi, Kimin Sessizliği?

Bu noktada kendimize şu soruyu sormalıyız:
Bu imamlar gerçekten kimin temsilcisi?

  • Filistin’de yıkılan evlerin, yetim kalan çocukların, gözyaşına boğulan annelerin mi?
  • Yoksa mazlumların ahını unutturmak isteyenlerin mi?

Bir imamın görevi; devletlerin, lobilerin ya da güçlü odakların çıkarlarını savunmak değildir. Onun asli vazifesi; hakkı tutmak, zalimi durdurmak ve mazlumun duasına tercüman olmaktır.

Ziyaretin Ötesinde: Bir Hakikat Savaşı

Bu ziyaret, yalnızca birkaç gün süren bir protokol programı değildir. Daha büyük bir savaşın, “hakikati kim temsil ediyor?” sorusunun küçük bir cephesidir.

Bir yanda; hakkı savunan, risk alan, bedel ödeyen âlimlerin mirası,
Diğer yanda; sessiz kalmayı, güçlülerin gölgesinde yürümeyi seçenlerin çizdiği yeni “resmi” İslam.

Bu yüzden bu ziyaret; bir temsil değil, bir teslimiyet belgesidir.

Vicdan Kayıt Tutar

Dünya değişir, gazeteler arşive kaldırılır, fotoğraflar silinir.
Ama mazlumun duası, zalimin karşısında susanları asla unutmaz.
Çünkü vicdan; resmi tarih kitaplarının değil, kalplerin yazdığı bir kayıttır.

Sonuç Yerine: Kim Temsil Ediyor?

Bugün Avrupa’da, kendisini imam olarak tanıtan bazı kimseler, İsrail ziyaretleriyle İslam’ın adalet anlayışını temsil etmiyor. Onlar; Siyonist çıkarların gölgesinde, hakikatin sesini kısmaya hizmet eden figürler olarak tarihte anılacaklar.

Oysa gerçek temsil; kolay ve risksiz olanı değil, mazlumun yanında durmayı seçmektir.
Çünkü gerçek imamlık; yalnızca minbere çıkmak değil, zulme karşı söz söylemektir.

Ve unutmayalım:

“Adaletin sesi kısılırsa, dualar göğe ulaşmaz. Hakikatin susması, en büyük ihanettir.”


Tarihten Günümüze: Kudüs’ün Sessiz Tanıkları

Kudüs; yalnızca taş duvarlarla örülü bir şehir değil, hakikat ve adalet için ödenmiş bedellerin anıtıdır.
Tarih boyunca her taşının ardında bir şehidin adı, her avlusunda bir annenin gözyaşı saklıdır.

1099’da Haçlılar Kudüs’ü işgal ettiğinde, kılıçtan geçirilen on binler, susturulmak istenen bir inancın tanıklarıydı.
1187’de Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü yeniden fethettiğinde, adaleti ve merhametiyle yalnızca bir şehri değil; hakikati temsil eden bir vicdanı da ayağa kaldırdı.

Bugün ise Avrupa’da bazı imamların İsrail’e yaptığı ziyaret; bu tarihsel mirası gölgelemiş, temsilin özünü tartışmaya açmıştır.


Ziyaretin İsmi, Tarihi ve Olayın Özeti

  • Ziyaretin İsmi: “European Imams Visit Israel for Interfaith Dialogue” (Avrupalı İmamların İsrail Ziyareti – Dinlerarası Diyalog Programı)
  • Tarih: Şubat 2023
  • Yer: Kudüs, Tel Aviv ve Batı Şeria’da belirli temas noktaları
  • Katılımcılar: Fransa, Almanya, Hollanda ve Belçika’dan resmi kurumlara bağlı veya devlet destekli “ılımlı İslam” temsilcisi imamlar
  • Amacı: “Dinler arası diyalog ve hoşgörü mesajı” adı altında; İsrail’de yetkililer, hahamlar ve bazı sivil toplum kuruluşlarıyla görüşmeler yapmak

Bu ziyaret, kamuoyunda “barış için atılmış samimi bir adım” olarak sunuldu. Ancak sosyolojik ve tarihsel bağlam dikkate alındığında; bu resmî seyahatin ardında çok daha derin bir temsil ve kimlik tartışması yatıyor.


Sosyolojik Kaynaklar ve Teorik Çerçeve

Sosyolog Olivier Roy, La Sainte Ignorance (Kutsal Cehalet, 2008) adlı eserinde Avrupa’daki Müslüman temsilcilerin, kimliklerini siyasetin ve resmi ideolojilerin gölgesinde yeniden tanımlamak zorunda kaldığını anlatır.
Roy’a göre bu “ılımlı İslam” projesi; gerçek bir toplumsal temsil değil, devlete uygun bir İslam tanımı üretir.

Jocelyne Cesari ise Why the West Fears Islam? (2013) kitabında; Batı’da imamların, çoğu zaman Müslüman toplulukları temsil etmekten çok, güvenlik politikalarının ve devletlerin toplumsal mühendislik projelerinin aracı hâline geldiğini yazar.

Bu iki sosyolojik bakış, söz konusu ziyaretin sadece dini bir buluşma değil; toplumsal hafızayı ve inanç temsilini yeniden dizayn etme projesinin bir parçası olduğunu gösterir.


Temsil Krizi: Hangi İslam, Kimin İmamı?

Filistin’de işgal ve zulüm devam ederken; “barış mesajı” adı altında yapılan ziyaretin, mazlumların gözünde samimiyeti tartışmalıdır.
Çünkü bir imam; yalnızca devletlerin beklentilerini değil, aynı zamanda inancının adalet çağrısını da temsil eder.

Avrupa’da resmî makamların desteklediği bu imamlar; çoğu kez İslam’ı “ılımlı, apolitik, kimseyi rahatsız etmeyen” bir forma sokmak isteyen stratejilerin özneleri hâline geliyor.
Bu da onları, işgal ve zulüm gibi net bir adalet testinde; zalime karşı değil, güçlü olana yakın saf tutmaya yöneltiyor.


Hakikatin Sesi: Tarihsel Örnekler

Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs fethinden sonra kurduğu vakıflar; sadece camileri değil, yetimhaneleri ve medreseleri de kapsıyordu.
Bu, İslam’ın sadece ritüel değil; toplumsal adalet ve mazlumdan yana bir temsil inşa etme çabasının örneğiydi.

Osmanlı’da Şeyhülislam Ebussuud Efendi, Kanuni Sultan Süleyman’a adaleti önceleyen fetvalar vererek, temsil makamının yalnızca sarayın değil; halkın ve hakkın yanında durması gerektiğini hatırlatmıştı.

Bugün ise bazı imamlar; bu tarihsel mirası unutarak, zalimin yanında fotoğraf vermeyi “barış” diye sunuyor.


Sonuç: Hangi Temsil?

Bu ziyaret; İslam’ın vicdanını, mazlumun duasını ve şehitlerin kanını temsil etmiyor.
Tarihin vicdanı, bu imamları; kimin yanında durduklarıyla değil, kimin karşısında suskun kaldıklarıyla hatırlayacaktır.

Unutulmamalıdır ki:

Temsil, zor olanı seçmek; hakikati savunmak; mazlumun yanında durmaktır.
Sessiz kalmak ise; zulme ortak olmak demektir.



Post a Comment

Daha yeni Daha eski