Fedakârlığın Sessiz Onuru: Şehit Verenlerin Yüce Hikâyesi ve Anlamayanların Sessizliği
“Devleti için hiçbir şeyini feda etmemiş olan insanlar, devleti için oğlunu, kızını, kardeşini şehit vermiş olan insanları anlayamazlar!”
Bu cümle, sıradan bir söz değildir; bir toplumun vicdanına dokunan, geçmişin yükünü, bugünün sorumluluğunu ve yarının umudunu taşıyan ağır bir hakikatin yankısıdır. Çünkü bir ülkenin ayakta kalabilmesi, yalnızca kâğıt üstünde yazılı kanunlarla, resmî törenlerle değil; yüreklerde yaşayan fedakârlık ruhuyla mümkündür. Ve bu ruhu, gerçekten onu yaşamayanlar tam olarak idrak edemez.
Fedakârlığın dili ve sessiz saygı
Tarih boyunca milletler, varlıklarını korumak ve özgürlüklerini savunmak için nice bedeller ödemiştir. Bu bedelin en ağırı da, evladını, kardeşini, eşini, babasını vatan uğruna toprağa verenlerin yüreğinde taşınır. Onlar, kaybettikleri canla birlikte bir parçalarını da toprağa gömerler. Bu kaybın acısı sessizdir; ama anlamı, bir milletin bekâsı kadar büyüktür.
Devleti için hiçbir bedel ödememiş, hayatının hiçbir anında “ben değil, biz” dememiş insanlar ise bu hissiyatı tam manasıyla kavrayamaz. Onların dünyasında vatan, belki bir coğrafya veya bir kimliktir; ama şehit veren için vatan, nefes aldığı her an kalbinde atan bir mukaddes emanet, bir evlat kadar kıymetlidir.
Anlamak ve anlatmak arasındaki uçurum
Şehit veren bir ailenin kapısına gidildiğinde, kapının ardında her zaman sessiz bir metanet, derin bir hüzün ve tarifsiz bir gurur bulunur. O kapının eşiğinde durmak bile insana, devlet denilen büyük yapının aslında hangi harçla kurulduğunu gösterir: Kanla, gözyaşıyla, sabırla ve dualarla…
Bu gerçeği anlayamayanlar, çoğu zaman “devlet” kelimesini sadece bir kurum gibi görür. Oysa devlet, bu fedakârlıkların toplandığı büyük bir vicdan bankasıdır; milyonlarca isimsiz kahramanın hikâyesiyle örülü bir tarih kitabıdır. Ve bu kitabı gerçekten okuyabilmek için, bir sayfasına kendi yüreğinden bir satır yazmak gerekir.
Neden anlamak zorundayız?
Bir toplumun en büyük sınavı, şehitlerinin kıymetini bilip bilmediğidir. Zira o şehitler, yalnızca bir ailenin değil; hepimizin evladıdır. Onların düşleri, hatıraları ve yarım kalan cümleleri, bu toprakların bize emanetidir. Bu emaneti hakkıyla taşımak için, anlamayanların bile en azından susmayı, saygı duymayı öğrenmesi gerekir.
Fedakârlığı yaşamamış olmak bir eksiklik değildir; ama fedakârlığı küçümsemek, hafife almak ya da görmezden gelmek, bir milletin ortak vicdanına vurulmuş derin bir yaradır.
Sonuç: Fedakârlık bir insanlık imtihanıdır
Bu topraklarda, isimsiz nice kahraman vardır ki, toprağa düşerken bile bir tek şey düşünmüştür: “Vatan sağ olsun!” Bu söz, yalnızca bir cümle değil; bir anlayış, bir inanç ve bir hayat felsefesidir. Ve bu inancı, devleti için hiçbir şey feda etmemiş olanlar, ne kadar izah edilirse edilsin, tam olarak kavrayamazlar.
Ancak yine de anlatmak gerekir. Çünkü bir gün gelir; anlatılanlar, anlamayanların kalbine dokunur. O vakit, devletin ne demek olduğu yalnızca bir kelime olmaktan çıkar; evlat kadar değerli, kardeş kadar yakın, can kadar aziz bir mana kazanır.
İşte o zaman, bu milletin gerçek büyüklüğü, fedakârlığın sessiz onurunda yeniden hayat bulur.
Fedakârlığın Sessiz Dilinde
Toprağa düşen bir evladın adı,
Suskun bir annenin duasında yankı bulur.
Kardeşinin hayaline sarılan bir baba,
Bir bayrağa dokunur, gözleri doludur.
Devleti için bir şey feda etmemiş olanlar,
Bilemez bu sessiz acının büyüklüğünü.
Bir ocağın külünde yanar hatıralar,
Bir yüreğin sızısında saklıdır vatanın özü.
Şehit veren anlar; devlet bir kelime değil,
Alnımıza kazınmış mukaddes bir yazgıdır.
Toprağın bağrına düşen her damla kan,
Milletin kaderine işlenmiş suskun bir andır.
Anlamayanlar için sadece bir haber,
Anlayanlar için bir ömür boyu eksik kalan nefes…
Bir oğlu, bir kızı, bir kardeşi feda eden yürek,
Devleti kelimeden çok daha fazlası görür, bilir, hisseder.
Ve biz…
Biz susarız çoğu zaman, kelimeler yetmez.
Ama biliriz ki;
Fedakârlığın dili sessizdir,
Ve o sessizlik, bir milletin en yüksek sesidir.
Yorum Gönder