Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, yalnızca siyasi bir dönüşüm değil, aynı zamanda köklü bir medeniyetin zihinsel ve kültürel yapısının yeniden biçimlendirilmesiydi. Bu süreçte gerçekleştirilen devrimler, din-devlet ilişkisini yeniden tanımlayarak toplumun geleneksel dokusuna doğrudan etki etti. TVNET’te Başka Şeyler programında Serdar Tuncer’in konuğu olan Prof. Dr. Ebubekir Sifil, bu dönüşümün yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda teolojik bir yönü olduğunu vurguladı.
Ona göre, Cumhuriyet devrimleriyle başlayan laikleşme süreci, bir yönüyle toplumun “zihinsel haritasını” değiştirmiş, diğer yönüyle de dinin toplumsal hayattaki referans gücünü sınırlandırmıştır. Bu makale, Sifil’in tespitlerinden hareketle Türkiye’deki dini ve kültürel değişimin tarihsel seyirini, sosyolojik etkilerini ve günümüze yansımalarını incelemektedir.
I. Cumhuriyet Devrimleri ve Laikleşme Süreci
1923 sonrası Türkiye, Batı modernizminin fikirsel temelini kendi kimliğiyle harmanlama çabasına girişti. Harf inkılabı, kıyafet düzenlemeleri, eğitimde laikleşme, tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi adımlar bu yeni zihniyetin taşıyıcılarıydı.
Prof. Dr. Ebubekir Sifil, bu adımların sadece “devlet düzenini laikleştirme” değil, aynı zamanda “insanın anlam dünyasını yeniden inşa etme” girişimi olduğunu savunur. Ona göre, bu süreçte din, kamusal alandan bilinçli şekilde çekilmiş, modernleşme sürecinin önünde bir engel olarak görülmüştür. Bu durum, toplumun kültürel sürekliliğinde kopukluklara neden olmuş ve gelenekle bağın zayıflamasına yol açmıştır.
II. Dinin Toplumsal Rolünün Dönüşümü
Cumhuriyet devrimlerinden önce din, yalnızca ibadet alanını değil, sanat, eğitim, hukuk ve gündelik yaşamı da şekillendiren bir ana eksendi. Ancak devrimler sonrasında bu alanlar “seküler” bir biçimde yeniden düzenlendi.
Sifil, bu dönüşümün özellikle eğitim kurumlarında belirginleştiğini ifade eder. Medreselerin kapatılmasıyla birlikte ilim, “kutsal” olandan “akli” olana doğru yönelmiş; bilgi, hikmet merkezli olmaktan ziyade pragmatik bir nitelik kazanmıştır. Böylece, düşüncenin kaynağı olan “hikmet geleneği”, yerini “bilimsel faydacılığa” bırakmıştır.
III. Kültürel Kimlik ve Modernleşme Arasındaki Gerilim
Türkiye’nin modernleşme serüveni, Batı’nın teknik ve fikrî üstünlüğü karşısında yaşanan kimlik krizini de beraberinde getirdi. Sifil, bu krizi “medeniyet değiştirme” çabası olarak yorumlar. Ona göre, Batı’nın model olarak alınması, sadece yönetim biçiminde değil, kültürel kodlarda da ciddi bir kırılma yaratmıştır.
Türk musikisinden mimariye, edebiyattan giyim kuşama kadar birçok alan, geleneksel estetikten uzaklaşarak “batılı biçimlerin” etkisi altına girmiştir. Bu durum, milletin kendi iç bütünlüğünü ve manevî sürekliliğini zedelemiştir.
IV. Dinî Düşüncenin Yeniden İnşası ve Günümüz Yansımaları
Sifil’e göre, Türkiye’de 1950’lerden itibaren başlayan “dine dönüş dalgası”, bu tarihsel kopukluğa karşı bir reaksiyon niteliğindedir. Demokrat Parti dönemiyle birlikte dini söylem kamusal alanda daha görünür hale gelmiş, ancak bu görünürlük “geleneğe dönüşten ziyade nostaljik bir özlem” biçiminde tezahür etmiştir.
Günümüzde ise dinin toplumdaki rolü, küreselleşmenin getirdiği kültürel çeşitlilikle yeniden tanımlanmakta; “inanç” kavramı bireysel bir tecrübe haline gelmektedir. Prof. Sifil, bu noktada “dinin bireyselleşmesi”nin tehlikesine dikkat çeker: Dinin bireyselleşmesi, onun toplumu inşa eden yönünü zayıflatmakta, böylece toplumun ortak değer zeminini daraltmaktadır.
V. Sonuç: Gelenekten Geleceğe Dönüş Mü, Yeniden İnşa mı?
Cumhuriyet devrimleriyle başlayan kültürel ve dini dönüşüm, Türkiye’yi modernleşme yolunda hızla ilerletmiş, fakat bu süreçte tarihsel kimliğin bazı unsurları da geride bırakılmıştır. Prof. Dr. Ebubekir Sifil’in vurguladığı gibi, bugün Türkiye’nin önündeki asıl mesele “geçmişe dönmek” değil, “geleneğin hikmetini çağın diliyle yeniden inşa edebilmek”tir.
Bu, bir reddediş değil; geçmişin derin köklerinden beslenen, geleceğe yönelen bir anlayıştır. Zira medeniyet dediğimiz şey, sadece yapılar ya da sistemler değil, bir ruhun ve anlam dünyasının kuşaktan kuşağa taşınmasıdır.
VI. Dini ve Kültürel Değişimin Ahlak Üzerindeki Etkisi
Cumhuriyet devrimlerinin ardından Türkiye’de yaşanan dini ve kültürel dönüşüm, sadece düşünce ve kurum düzeyinde değil, ahlak anlayışında da köklü bir değişim yarattı. Bu değişim, toplumsal vicdanın yönünü, değer ölçülerini ve insanın kendisiyle kurduğu anlam bağını derinden etkiledi.
1. Geleneksel Ahlaktan Modern Etik’e Geçiş
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan çizgide ahlak, büyük ölçüde dinle iç içe geçmiş bir anlam taşırdı. Ahlak, insanın Allah’a, topluma ve kendisine karşı sorumluluğunu kuşatan bir bütünlük olarak görülürdü. “İyilik”, “adalet”, “iffet” ve “emanet” gibi kavramlar sadece toplumsal düzenin değil, aynı zamanda ruhsal olgunluğun da temelleriydi.
Fakat Cumhuriyet’in modernleşme projesiyle birlikte ahlak, “kutsal dayanaklarından” koparılarak seküler bir çerçevede yeniden tanımlandı. Bu noktada Prof. Dr. Ebubekir Sifil’in vurguladığı mesele, ahlakın artık “vicdanın ilahi sesi” olmaktan çıkıp “toplumun çıkarına uygun davranışlar bütünü”ne indirgenmesidir. Böylece ahlak, hikmetten kopuk bir normlar dizisine dönüştü.
2. Kolektif Vicdandan Bireysel Yarara
Modern dönemde insan, kendi aklını ve çıkarını merkeze alan bir anlayışa yöneldi. “İnsanı özgürleştirme” hedefi, zamanla “sınırsız bireycilik” fikrine dönüştü. Bu süreçte toplumsal ahlak, bireysel tercihlerin gölgesinde kaldı.
Sifil’e göre, bu durum “vicdanın toplumsal bir rehber olmaktan çıkarılması” anlamına gelir. Eskiden toplumun tüm fertlerini birleştiren ahlaki bağlar —örneğin merhamet, edep, saygı, sadakat— modern zamanın pragmatizmi içinde aşındı. Ahlak artık “doğru ile yanlış” arasında değil, “yararlı ile yararsız” arasında ölçülür hale geldi.
3. Kutsaldan Kopan Ahlakın Krizi
Dini geleneğin geri çekilmesiyle birlikte ahlak, metafizik dayanağını yitirdi. Ahlakın ilahi kaynakla kurduğu bağ zayıfladığında, değerlerin meşruiyeti de sorgulanır hale gelir. Bu noktada Sifil, “Ahlakın kaynağı Allah’tır; onu dünyevi bir fayda aracına çevirdiğinizde artık ahlak değil, alışveriş yapmış olursunuz” diyerek meseleyi özetler.
Toplumsal hayatta görülen yolsuzluklar, adaletsizlikler, samimiyet eksikliği, hatta aile kurumundaki çözülmeler; bu değer boşluğunun yansımalarıdır. Dini ve kültürel kimliğin aşınması, “insan”ın iç dengesini de zayıflatmıştır. Artık iyilik bir sorumluluk değil, bir tercih meselesi haline gelmiştir.
4. Yeni Nesil ve Değer Erozyonu
Sifil, özellikle genç nesillerin “değer inşası” sürecinde ciddi bir boşlukla karşı karşıya olduğunu belirtir. Eğitim sisteminde ahlak eğitimi, bilgi aktarımının gölgesinde kalmış; karakter terbiyesi, sınav başarısına indirgenmiştir. Bu, bilgiyle donanmış fakat anlamdan uzak bir kuşak doğurmuştur.
Ona göre çözüm, eskiye dönmek değil; ahlakı yeniden vahiy merkezli bir bilinçle temellendirmektir. Çünkü insanın kalbi, ancak kutsal bir hakikate bağlandığında istikrar bulur. Aksi halde ahlak, zamanın rüzgârına göre değişen bir maskeye dönüşür.
Sonuç: Ahlakın Yeniden Dirilişi Mümkün mü?
Cumhuriyet sonrası Türkiye’nin dini ve kültürel dönüşümü, ahlakın zeminini sarsmış, ancak tamamen yok edememiştir. Çünkü bu toprakların derinlerinde, yüzyılların biriktirdiği bir vicdan mirası vardır.
Prof. Dr. Ebubekir Sifil’in de altını çizdiği gibi, yeniden inşa edilecek bir toplum, önce ahlakın manevî kaynağını yeniden hatırlamalıdır. Bu hatırlayış, sadece bir inanç meselesi değil, aynı zamanda insanın kendini, çevresini ve yaratıcısını yeniden anlamlandırma çabasıdır.
Gerçek medeniyet, teknolojiyle değil; ahlakın kalpte yeniden kök salmasıyla mümkündür.
Kaynakça (Temsili):
- TVNET, Başka Şeyler Programı, Serdar Tuncer – Konuk: Prof. Dr. Ebubekir Sifil.
- Karpat, Kemal H. Türk Modernleşmesi: Toplum, Kültür, Değerler.
- Mardin, Şerif. Din ve İdeoloji.
- Sifil, Ebubekir. İslam Düşüncesinde Yenilenme ve Geleneğin İzleri.
